Bütün aynalarımı onların bana ulaştıkları sırayla sergilemiştim.
Burada yayınlarken de aynı sıralama yöntemini seçtim.

Foto: Serpil Öztaş


Foto: Elvan Asarkaya

kimden: nilhan sesalan yüzsever
başlık:
biçim: elektronik posta metni

“Ayna” sıfatı üstümde nasıl durur bilmiyorum ama madem ki istedin…
Sarma sigaranın dumanı, birilerinin bir yerlerde içtiği; atmosferde asılı kalmış henüz dağılıp dağılmamakta kararsız.
Bir anın tarifi, Samothrace’de çekilmiş bir portreden aklımda kalanlar. Daha fazlasını da beceremem zaten.

kimden: s.
başlık: bana niyesormuyosun
biçim: elektronik posta metni

ben senin ananı avradını gelmişini geçmişini geleceğini göreceğini göstereni göstermeyeni yatağını yorganını evini ocağını damını kapını bacanı eşiğini beşiğini musluğunu kuburunu duşunu kuşunu kedini köpeğini emziğini ayakkabını çorabını topuğunu ökçeni kılığını kıyafetini ağzını yüzünü gözünü gözlüğünü doktorunu hemşireni bakanını başbakanını atını seyisini kızını kısrağını hocanı müdürünü maaş verenini maaş verdiğini yüzüne güleni seni seveni sevmeyeni otobüsünü traktörünü tabancanı tüfeğini mermini dergini sana dergide web’de yer vereni seni okuyup üşenmeyip cevap yazanı o cevabı okuyanı okumayanı boğaz’da rakıyla kavun yemeyeni yedirmeyeni bir dal cıgaralık içmeden adam oldum diyen lavukları ordunun albayını şam’ın kayısısını siirt’in fıstığını istanbul’un fenerbahçe’sini bodrum’un ali şen’ini televolelerin alayını paranın turasını yemeğin salçasını karının kalçasını yolun otunu kelin götünü terzinin ütüsünü yedi ceddinin ecdat damarlarını köyde reçel pişiren anneanneni traktör süren dedeni mahallenin muhtarını kapıcını odacını ……………………….

sabaha kadar devam ederim şerefsizim

sakın küfür ettiğimi sanma hocam

saygılar

kimden: gülizar çuhacı
başlık: uzaktan
biçim: elektronik posta metni

“hakan akçura resimlerini nasıl bulduğumu sordu.” “sen ne dedin?” “beğendiğimi söyledim, senin ise fazla beğenmediğini ama sergi mekanına girince ilk sola döndüğünde sağda duvarda asılı olan ile tam karşıda duranları beğendiğini, onların diğer resimlerden farklı olduğunu düşündüğünü söyledim.” “hımm, evet sergi çıkışı böyle söylemiştim, doğru hatırlıyorsun.”

yaklaşık 1 sene sonra… üçüncü şahıs; “evet sen onu terkedince çok üzüldü, hatırlıyor musun ona defalarca dost olalım, sevgimize sadık kalalım ama sevgili olmayalım demiştin”, “evet hatırlıyorum” “ya sen o kadar söyledin, onun internetten tanıştığı biri varmış, hakan akçura mı ne,” “ee, evet vardı” “işte o demiş ki, ‘dost kalın’, o yüzden sana ısrarla görüşmemiz gereken bir mevzu var diyor, sanki önceden hiç söylenmemiş gibi, evet ya neden dost kalmayı denemiyorum ki diyor” “hımm, anlıyorum ama korkarım ben onun gözlerine tekrar bakarsam dost kalmayı beceremem”

şimdi bırakın dostluğu düşman kesildik birbirimize 😦
insanın senelerce başını yasladığı insana gerçeği anlatamayıp düşman olması yaşam boyunca karşılaşılacak en ağır durumlardan biriymiş meğer.

hakan akçura benim hayatımda bu vesileyle var, ne zaman onun o tanıdık fotografını görsem ya da adını okusam kaç yıllık eski sevgilim gelir aklıma. tuhaf değil mi…

kimden: özlem fırıl
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Merhaba..
Sizi tanımıyorum… Superonline’ın anasayfasından ulaştım yazdıklarınıza…
Bu fikriniz oldukça hoş ve etkileyici…
Aynanız değilim belki ama ben de bu anınızın parçasıyım… 🙂
Başarılar…

kimden: ibrahim özdal
başlık: ben
biçim: elektronik posta metni

sanat eğer otokontrolü bırakırsan oluşur lafı gerçektir.

kimden: a. a.
başlık: merhaba hakan
biçim: elektronik posta metni

Hakan sana bu çalışmanda başarılar diliyorum. Ben Terakki Lisesi’nden mezun olan A. A.
Sana gönderebileceğim sadece bu mail var.
Al bunu çalışmana ekleyebilirsin mesela.
Ama ismimi sakın verme. İnşallah istediğin çalışma, istediğin katılım gerçekleşir. Ama nereden çıktı bu çalışma, şimdi hiç anlayamadım.
İnşallah bunda bir düzenbazlık yoktur. Yani adresleri alıp milletin başına dert açan insanlardan değilsindir inşallah.
Kasım’da çalışman tamamlandığında bana da mail atarsın o zaman. Hadi kal sağlıcakla.

kimden: öykü potuoğlu
başlık: zen bilmecesi
biçim: elektronik posta metni

sevgili hakan,

bana, uzunca zaman kafa yorduğum bir zen bilmecesini hatırlattı “aynalarımı istiyorum”:
“annemle babam doğmadan önce yüzüm neye benziyordu?”

çeviri korkunçsa diye bir de ingilizcesi’ni yazayım:
“what was my face like before my parents were born?”

aynaların olmadan kendine bakabilirsen, “zen”in mayın tarlasında dolaşabilirsin belki. bilmem… bildiğim, o tarlayı daha “anlamlı” bulduğum.
kendi adıma.

içtence,

kimden: ılgaz kuruyazıcı
başlık: doktor
biçim: elektronik metin dosyası

İlk önce Kafine’de görürdük. Saçı falan uzundu, tüylü uzun kazaklar giyerdi. Bek Tu Dı Fiğçır’daki deli doktora benzerdi. Adını doktor koyduk. Saçı benzerdi yani. Sonra tanıştık. Az konuşurduk. Güzel konuşurdu. Sonra yok oldu ortalıktan. Sonra çıktı geldi. Askere gitmiş. O zaman ben askerlik nedir falan bilmezdim. Anlattı. Sıkılmış. Sıkmışlar. Sonra gene görür oldum orda burda. Bi kere yazın uyuyamıyordum. Yoga temrini varmış, onu anlattı. Yaptım. Uyudum. Sonra bi keresinde cici bi sevgilim vardı yanımda. “Nasıl buluyorsun son numaramı?” diye sorunca kızdı. Ondan bir daha son numaram diye bahsetmiyecekmişim. Valla kızdı. Korktum. Ondan bi daha son numaram diye bahsetmedim. Sonra bi kere Londraya gidiyorduk başka bi kızla. Hava alanında geldi. Kitap yazmış onu hediye etti. Başına yazı falan yazdı. Benden su gibi duru diye bahsetmiş. Bayıldım. Sonra gene rastlaşır olduk. Hala kahvaltıya gideceem hala görüşeceez.

kimden: sadık tokgöz
başlık:
biçim: elektronik posta metni

senin götünü sikeyim
beynini siktimin pezevenki
kaç tane e-mail atıyosun.

göt
bir tane atarsın isteyen bakar.
beynini siktimin aynasızı.

aynalarını götüne sok!

kimden: fatih a. rıfkı
başlık:
biçim: elektronik posta metni

YAHU SEN DELİ MİSİN?

kimden: didem payan
başlık: “aynalarımı istiyorum…”
biçim: makale
(solak, sayı 2000/23, s. 6, “mektuplar” köşesi’nde)

“…
Gerçekten entelektüel diyebileceğim nadir insanlardan biri. Çok sık görüşemediğimiz için de birbirimizi kırma olanağımız hiç olmadı (Başarı!). Sabaha kadar süren sohbetlerimizde ondan çok şey öğrendim… Deli gibi meraklı biri, ipuçlarını alıp onlarla kurgular yapıp, sonra, “İşte bu!” demeyi seviyor. Sorularından kaçmanızın imkanı yok. Sadece, burçlara olan takıntısını anlayabilmiş değilim. Bana burçlar aptalca geldiği için olabilir. Bir de güldüğü zaman önce gözleriyle gülüyor. Hatta o önce gözleriyle konuşuyor. Onun hiç kimsenin gururunu okşamak gibi bir derdi olduğunu sanmıyorum. Sizin için ne düşünüyorsa anında söylüyor. Eğer bir şey tartışıyorsanız hep net cümleler kurar. Siz de net cümleler kurabilirsiniz ama tartışmada hep başladığınız noktada kalırsınız; çünkü inatçı. Kısaca, benim aynamda Hakan’ın yeri özel…
…”


kimden: semih ürersoy
başlık: aynalarını kıçına sok
biçim: elektronik posta metni

Aşağıda bir sanat etkinliği bahanesine sığınmış bir taciz mektubu görüyorum.
Bir de maharetmiş gibi 500000 kişiye gönderdiğinizi ve herkesten başkalarına da göndermesini istiyorsun.
Bu ne cüret!
Yaşamın ve aynaların beni ve geriye kalan binlerce insanı neden ilgilendirsin.

> merhaba,
> asagida verdigim link, siradisi bir sanat etkinligine dairdir.
> adi “aynalarimi istiyorum” olan bu sanat etkinligi,
> yasantimin on binlerce dogrudan, milyonlarca dolayli
> oznesine yonelik bir cagridir.
> bu linkin icerigine dair her “bilgi verici” gelisme
> (yayina girecek diger linkler, basili ilanlar, yapilan soylesiler vb.)
> size iletilecektir.
> ozu geregi, ulasabilecegi hicbir ozneden uzak kalmamayi hedefleyen bu etkinlik,
> 500000’i askin gecerli e-mail adresine ayni zamanda gonderilen bu mektup ile
> yolunu acmaya calismaktadir.
> yine de sizden, bu mektubu kisisel adres listenizdeki herkese yollamanizi istiyor,
> diliyorum. (hatta adres listelerinizdeki tum kisilerin kendi adres listelerine
> de yollamalarini…)
> ayrica asagidaki linkte yeralan ve cagrimi iceren ilanin,
> herhangi bir yazili basin organinda yayinlanmasi icin elinde guc ve olanak olan
> herkesten, bu sanat etkinliginin yolunu daha da acmaya yonelik yardimini bekliyorum.
> ben yola ciktim!..
> “aynalarimi istiyorum”:
> http://www.superonline.com/sanat/aynalarimi_istiyorum.htm
> simdiden sagolun!
> hakan akcura

kimden: genco gülan
başlık: ego
biçim: dijital fotograf

kimden: claire-lyse bucci
başlık: koku
biçim: metin; sergi mekanına asılmak üzere kağıt çıktı

kimden: nesli
başlık: hakan’ın aynalarına
biçim: metin; mektup



mektup içeriği:

1.8.2000

Yolculuğumun sondan 3. gününde gördüğüm 27 şehir ve kasabadan sonra, tüm bu yolları buraya varmak için aşmışım dedirten, nesnesiz bir aşka düşüp, sokaklarda sevinçten ve hüzünden oluşan son gözyaşlarımı döktüğüm Essouira’da, kahrolası gururumu da bir nebze olsun yenmeyi başarıp “AYNALAR’INA” katılıyorum…

Seni Essouira’lı balıkçıların giydiği kaba yünden naif desenli kazakları gibi seviyorum; ısıtan, esirgeyen ve sahici…

Horoz şekerini sever gibi seviyorum seni; çocukluğa dair, kaybolduğu sanılan ama imgesinin günümüzde farklı nesnelerde gölgeleri olan, o ilk hali ile bir bütün ve yalın olarak…

İlk uçan balonum gibi, ilk lunapark deneyimim gibi, ilk kedim gibi, ilk okuduğum cümle gibi daima canlı, daima sahici seviyorum seni…

Tanıdığım ilk günden hırpalamadan, hırpalatmadan, özenle, dürüstçe ve özgürce sevebileceğime inandım ve yanılmadım.

Senle büyüyor ve o çocuksu merakı, karşılık beklemeyen, dolayısıyla da beklediğinden fazlasını alan sevgiyi ve güveni yaşıyorum…

Tanıdığım en fazla hancı olan yolcusun… Hanında konaklamanın ayrıcalığı için teşekkürlerimi sunuyorum…

kimden: seher ayan
başlık: seni okuyan ben
biçim: dijital fotograf



kimden: ışın fıratlı
başlık:
biçim: elektronik posta metni

selam ben ışın fıratlı. seni 1983’ten beri tanıyorum Cağaloğlu piyasasından. iyi birisin buna eminim. yıllarca hep karşılaştık sokaklarda; bana merhaba dedin, ama son beş yıldır pek karşılaşmıyoruz gerçi eskisi gibi ama, artık merhaba demiyorsun…

ayrıca bana merhaba demen beni rahatlatırdı… hoşuma giderdi fakat sadece merhaba derdik o kadar… yıllarca seni farkedebildiğim kadar izledim sanırım…

iyi yoldasın sanırım. bir de çalışkan ve güncelliği takip ediyorsun…

kimden: nevin
başlık: kimsin?
biçim: elektronik posta metni

Tesadüfi bir dinleme… Açık, biteviye akan sözler… İçine geri dönüş… Bir özlem belki…
Ama rüyalar bile değişir. Yoksa hiç de sevmediğim, o tanıdık Kafkamsı dünya mıydı?..
içerlerde boğulmuş, marazi… Bir an yakaladığımız farklı derinlik…
Kendi çukuruma mı düşmüştüm yeniden?.. Başka ne olabilirdi ki?..

Ne var ki yeni; sadece yeni farkedebildiğimiz, eskilerden başka .

Yanılsamalara büyük bir coşkuyla takılıp, uzun süre yaşayan heyecanlı ve inatçı
çocuklardan biri mi? Ya da doğallığıyla büyüyen, çocuksu saflığıyla coşup
durmaksızın akan bir nehir miydi; etrafına aldırmadan sadece öyle olduğu için olan…
Yoksa boşlukları doldurup parsayı toplamaya çalışan bir hin mi?..

Her neyse olmuştu işte… Büyük yaratılar olarak sunulan, oysa kişisel devinimlerden
başka başka bir şey olmayan, her şeye ilgimi kesmişken hazır
bu aynaya bakmamalıydım!!.. İşte acılar, sancılar başladı yeniden… ve geri

kimden: “postleylek”
başlık: ayna ve çığlık ve ötesi
biçim: elektronik posta metni

SENİNLE YAPILAN SÖYLEŞİYİ İLGİYLE OKUDUM. Bunun sebebi etkinliğini samimi bulmakla birlikte nasıl bir insan olduğun noktasında N. D.’nin yorumları dışında bir kanaat sahibi olmamamdır. Sonuçta samimi olduğun noktasındaki inancımın pekiştiğini söyleyebilirim. Yine de aynan değilim ve yaptığın işte samimi olman seni sorgulayamayacağım anlamına gelmez. Bu korkunç diyalektiğin bir parçası olmamayı tercih ederim. Zaten doğal durumumuz da bunu mümkün kılmıyor. Tabii ki, etkinliğin yapıldığı andan itibaren sahibinin bağlamından çıktığını düşünürsek, yani sanat etkinliğinin özgürleştiğini kabul edersek -ki ben öyle kabul ediyorum- küçük bir yorumla olaya katılmamın bir sakıncası olmayacaktır herhalde.

AYNA İMGESİNİ HER ZAMAN ÇEKİCİ BULDUĞUMU İTİRAF ETMELİYİM, AYNI ZAMANDA AYNALARI ÜRKÜTÜCÜ BULDUĞUMU DA… AYNANIN ÜRKÜTÜCÜLÜĞÜNE HER ZAMAN BİR BAŞKA ÜRKÜTÜCÜ İMGE OLAN “ÇIĞLIK” İLE KARŞILIK VERDİĞİMİ DE SÖYLEMELİYİM. Yani hiçbir zaman senin yaptığın gibi aynalarla oynamayı tercih etmedim. Her ne kadar yaptığın etkinliğin tasarımlanmış bir edim olmadığını söylesen de, bunun senin kurguladığın bir oyun olduğunu ve hatta bu oyunun taraflarının da ne denli kaypak zeminlerde durduğunu kabul etmelisin. Zaten kaypaklığını bir kenara bırakalım, çoğu zaman bir zeminden bile yoksun olduğumuz bir dünyada yaşıyoruz. PEKİ OYUNUNUN TARAFLARI:

BEN – ONLAR (BEN’İM DIŞIMDAKİLER)… BEN-ÖTEKİ (SADECE “ONLAR” OLMAYANLAR)… ÖZNE – NESNELER (DİYALEKTİĞİN SONUNDA ÖZNE OLABİLENLER)… BÖYLECE TARAFLARI OLAN BİR OYUNUN İÇİNE GİRMEK İSTEMENİN
SEBEBİ NE OLA Kİ??!!! TANRI OLMA İSTEMİ Mİ?? YOKSA SAHTE OLMA İSTEMİ Mİ???

İçinde duruyorsan sahtesin, dışarıdan bakıyorsan tanrısın.

Ama sonuçta sen varsın-“ben” olarak… Çünkü her türlü rasyonel tasarımın merkezinde bir “ben” olmak zorundadır. Ben_ zeka ürünü her türlü yaratımın kusursuz öznesi; tıpkı zeka ürünü her türlü yaratımın zavallı nesnesi olduğu gibi. Bu iğrenç diyalektik yüzünden etraf çürümüş insan kalıntıları ile dolu… RADİKAL ÇÖKÜŞ…

SİZ!!! Tarihin şahitlik ettiği en sanatsal tipler, makyaj üstadları, iyi adam rolünün usta artistleri, çekici görünüşlüler, diksiyon şampiyonları, tezelden işbitiriciler, boş zamanlarını en iyi değerlendirenler, zaman yiyiciler… Taptığınız üstünkörülük ve yüzeysellik tahmin edemeyeceğiniz kadar derindir. Siz kurbanlar, feda edilmektesiniz bu tanrısızlığa, belki de tanrı severliğe, yani telef olmaktasınız. NEDEN “VAROLMAK” GİBİ KÖKTEN BİR SEÇENEK OLDUĞU HALDE BÖYLE OYUNLAR OYNAMAK İSTERSİNİZ Kİ??!! NEDEN PAZARYERİ SİNEKLERİNİN İÇİNE BÖYLECE DALARSINIZ Kİ??!!!

Sayın HAKAN AKÇURA… Hayatı yaşantılamak artık sıkıcı mı geliyor? :))))

Ben daha köklü bir eyleme çağırıyorum sizi: ÇIĞLIK…

Borges’in, ayna imgesini işlediği hikayesini bilirsiniz. Aynanın içindeki o apayrı dünyadan bahseder. O öyle bir dünyadır ki, bizim en iyi bildiğimiz ama aynı zamanda hiç bilmediğimiz… Bir gün tılsımın bozulacağını ve aynanın içindekilerin özgür kalacağını söyler Borges.

Ben tılsımı bozacak şeyin ÇIĞLIK olacağını düşünüyorum. Eğer gerçekten eğlenmek istiyorsanız ve aynadakilerle kökten bir şekilde tanışmak istiyorsanız sizi çığlık atmaya çağırıyorum. kökten olabilenler için….

“çok erken geldim, vaktim henüz gelmedi… bu muhteşem olay henüz yoldadır, ulaşmadı henüz insanların kulaklarına o….”
nietzsche

kimden: seher ayan
başlık: sen (bakış), kent ve sokak
biçim: digital photograph



kimden: yakup can
başlık:
biçim: ses; telesekrete bırakılan mesaj (ekteki cd-rom’da kayıtlıdır)

… – yakup can

ses-çözümü:

selam hakan,
jake ben! sefahathane’den…
hakan demek, kesinlikle, kesinlikle jameson demek!
afiyet olsun. görüşürüz.

kimden: öniz öztürk
başlık: gereksizlik ve aynalardan mülhem bir ayna denemesi
biçim: metin; deneme; elektronik metin dosyası

GEREKSİZLİK VE AYNALARDAN MÜLHEM BİR AYNA DENEMESİ

Elbette ki çağrına kulak verdiğim gibi, yanıt da verecektim. Ancak bu yanıt biraz gecikecek, pek çok işim gibi son ana kalacaktı. Bunun nedeni pek de canıtez bir insan olmamamdan çok, bende birden çok yansıman oluşu ve her aynada farklı boyut, kırılma ve netlikte beliren renk ve şekilleri kompoze etmenin gerektirdiği süreçti bana göre. Ama “Gereksizlik ve Aynalar” konulu yazını okuyunca, çağrındaki samimi biçemden, röportajlarındaki sevimli telaş ve coşkudan, giderek dilinde, “çok yakınındaki insanlardan bile” çağrına “gereksiz, narsist/teşhirci” tanımlamaları yapılmasının kırıklığına gelinmesi beni acele etmek durumunda bıraktı. İstedim ki yalnızca bir görüş/destek mektubu yollamaktan öte, sanal arkadaşımın nick’inin, reel arkadaşım Hakan’ın ve oluş’unu belirleyen diğer görüntüleriyle –onları şimdilik bir tarafa bırakarak- Hakan Akçura’nın tüm akislerinden daha net kavrayabildiğim sanatçı kişiliğine bir ayna tutayım. Aynayı bu yönde tutayım ki usumla kavradığımı aktarırken dil kafesi’ni aşmanın kolaylığında, ve tuttuğum ayna olsun ki öznel dokunulmazlığın keyifli, serbest alanında yol alayım. Bana projenden ilk söz ettiğinde, yola çıkış noktanı, o “koyu, derin, kırık patikanın başını ve oradan geri tepen kurşun gibi kendi özne’ne dönüşünü görmüştüm, seni gördüğüm gibi. Gerilip gevşeyen bir yay’ın fırlattığı okun kırık, aksak, tutuk serüvenini bilmiştim kendi dünümden. Bu yüzdendir ki “Aynalarımı İstiyorum”dan yola çıkarak, ayna tutacağım sanatına/sana. Ancak, seni yansıtan bu aynayı, oluşumunu aceleye getirten iddia sahiplerine yönelteceğimden, üçüncü tekil şahıs olacaksın tümcelerde Hakancığım.

“Kendini Bil”

Eski Yunan’da Delfi tapınağının üzerinde yazılı olan bu sözler, her ne kadar günümüzde “haddini bilmek” olarak algılanıyorsa da, aslında kendini tanımak, kendine dikkat etmek anlamındadır. Bir yaşama sanatı olarak kendini bilmek, kendi kişiliğini ve buradan yola çıkarak evreni anlamak ve tanımak, bedenine ve ruhuna özen göstermek, kendini ve tüm varlıkları, cosmos’u sevmek anlamına gelirdi ki; bilgeliğin ve dolayısıyla mutluluğun ön koşuluydu. Bir kendini bilme ustası olan Sokrates der ki: “Göze bakan başka bir göz, o gözün en iyi parçasına, yani gören parçasına bakarsa kendini görebilir. O halde göz, kendini görmek isterse bir göze, bu gözde de gözün erdemi, yani görme yetisi olan yere bakmalıdır.”

Sanatçı, nasıl ki sanatında gözlemlediği nesneleri yansıtıyor, paylaşıyor, veriyorsa öz’ünden, tüm sanatların kaynağı olan yaşama sanatını icra ederken de bu nesnelerin gözlerinde yaşamının öz’nesi olarak kendini arayacaktır. Akçura, “Kent Resimleri” sergisinde kent haritalarının kendi zihninde yarattığı imgeyi ve “Kendi” isimli sergisinde insanların zamandan soyutlanmış kendileriyle karşılaşmalarını paylaşır / teşhir ederken, internette “Odalar”ını betimleyen insanların kendi’liklerini resmederken ne kadar ben’cilse, kendi öznesinden yola çıkarak başlattığı bu -kendi evrenince- evrensel sanat etkinliğinde de o derece ben’cildir. Bir o kadar da gereksizdir, kendini bilmek, yaşamı, evreni sevmek istercesine..

“Gerçek yolculuk geçmişe dönmektir.”
(Ursula K. Leguin)

Binlerce yıldır düşünürler, sanatçılar yaşamın anlamı üzerine kafa yormuş ve eserleri aracılığıyla insanlara mutluluk reçeteleri sunmuşlardır. Spinoza, yerin dibine batırırken daha sistematik bir yol izlemek üzere, modern insanın yaşama güdülerini üç ana başlıkta toplar: divitae, honor, libido (varsıllık, ün, haz). Felsefesinde, ihtiras ve hasisliğin deliliğe varan bir tür psikiyatrik rahatsızlık oduğunu, en ünlü insanların toplumun en aptal kişileri olduğunu ve evrensel sevgiyle bütünleşmemiş gerçek sevgiden yoksun hazların kişiyi derin bir melankoli ve giderek depresyona sürüklediğini örneklerle kanıtlar ve gerçek mutluluğun insanın evrenle bütünleşerek kendini tanıması, sevmesi ve gerçekleştirmesi yoluyla olacağını savunur. Goethe’nin Faust’u ise, Mephisto ile iddiaya girmiş ve şeytanın kendisine sunduğu karşı konulmaz görünen tüm tuzaklara direnebilmiştir. Bilimin, egemenliğin, şehvetin, güzelliğin verdiği zevkleri sınırsızca yaşamış, ancak hiç birine “dur, gitme!” dememiştir. Bireysel mutlulukların hepsine doymuş olan Faust, nihayet yaşamının sonunda, bir bataklığın kurutulmasına önayak olmuş, insan, doğa, evren sevgisine “dur, gitme!” demiş ve gerçek mutluluğu bulmuştur.

Modern zamanların sanattan uzak meta dünyası rekabetçi kapitalizmin dünyaya yayılmasıyla başlar. Antik uygarlıklarda gündelik hayatlarda kullanılan her türlü objenin, sözün ve hareketin biçim, işlev ve yapısının biraraya gelerek oluşturduğu bir biçemi (üslubu) vardı, içlerindeki şiir yitmemişti henüz. Ürün ve sermaye piyasasının yaygınlık kazanmasından itibaren, tarihin bir paradoksu olarak; şiddete dayalı baskının yerini sömürü alırken, essay’den product’a (yapıttan ürüne) geçiş sürecinde biçemler, simgeler, kollektif yapıtlar, anıtlar ve şenlikler tarihe karıştı. Şiirini kaybeden nesneleri, insanları ilişkileri istila eden düzyazı artık dünyanın yeni diliydi. Bizler bu sürecin sonunda Dede Efendi’den, Itri’den Mahsun Kımızıgül’e, ateşin çevresinde geleneksel dansların yapıldığı şenliklerden masalar üstünde garson ceketlerinin alevleri eşliğinde atılan göbeklere gelirken, değil sanat eseri yaratmak, geniş kitlelerin gündelik hayatlarını hiçbir şey üretmeden geçirdikleri bir toplumda bulduk kendimizi. Hayatlarını makineler, rakamlar ve raporların kısa kuru tümceleri ve sürekli tekrarlanan sözcükleriyle düzyazının biçeminden bile yoksun, görselliği paparazzi ve pembe dizi düzeyine indirgenmiş olarak sürdüren insanlar, terapistlerde geçirdikleri zamanın yarısını sanata ayırabilselerdi eğer, dünya daha güzel olmaz mıydı dersiniz? Üretimin gerçek anlamını yitirdiği ve insanların kendi hayatlarını üretemez hale geldikleri yerde ise, devrim süreci başlar. İnsanların hayatlarında katılımcı bir üretkenliği gerçekleştirebilecek bir devrimin de ancak, modernizmin çocuğu çağdaş sanat yoluyla, üstelik teknolojinin yardımıyla gerçekleştirilebilecek olması ise diğer bir paradokstur.

“Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır.”

“Oyun, ancak sonunda ne olduğunu bilmediğiniz zaman oynamaya değer olur.”
(Michel Foucauld)

Hakan Akçura işte böyle bir dünyada kendini merkeze koyarak yani sanata özne/konu olarak bizi sanata davet ediyor. Alışılmadık, özgün temalar içeren projelerinde çağdaş sanatın teknoloji yardımıyla geniş kitlelere ulaşmasını hedefliyor, keyifli sanat-oyunlar kuruyor. Dünyada örneği görülmemiş bir katılımcı, kitlesel sanat projesiyle, sanat dünyasını bir devrime, bizleri de fırçamız ve renklerimizle hep beraber bir dünya resmedip içine girmeye davet ediyor. Bu dünyanın merkezinde kendi’nin olması, kavram’ın yaratıcısının, eserin yaratıcısı(ları)na konu olması ve yaratım sürecinin tamamen dışında kalması, puzzle’ın parçalarını oluşturan sabık ve müstakbel sanatçıların kendileri dışındaki öznelerin kimlikleri, sayıları ve puzzle tamamlandığında ortaya çıkacak tablonun görüntüsü hakkındaki bilgisizliği de bu sanat-oyunun kurucusunun muzipliklerinden. Sonucu kendi de bilmiyor, ama çağrısı özlediği yankıyı bulursa, ardıllarına esin ve cesaret vererek bir bataklığın kurumasına önayak olacak belki. Diğer yandan, çağrısını güzelleme beklentileriyle yaptığı varsayımına dayanan “narsisizm” tanımlaması yapılırken, kimi zaman sitem, ya da hakaret içeren tek bir aynanın binlerce dev aynasının ışığını kıracağı da göz ardı edilmemelidir. Bakalım cesaretin korkaklıkla, kırgınlığın coşkuyla yoldaş olduğu bu dönemecin sonunda sıfır noktasından nereye ulaşacak, yeni seçim uğraklarına göz dikecek mi Hakan? Bakalım fırçalarımızı tutmaya üşenmeyip, renklerimizi esirgemeyip dünyadan, kurutabilecek miyiz hayatlarımızdaki bataklığı? Bunları oyunun sonunda göreceğiz.

kimden: nevin
başlık: arayış
biçim: elektronik posta metni

Ruhla – bedenin, düşünceyle – dilin zahmetsizce buluşmasıyla, saflaştırılmamış
hecelerin karmaşasından fışkıran açlık, yalnızlık…
Hiçlik’le çokluğun bir arada yaşandığı, varoluşta kendini arayışın çığlığı…
”kendine dair” boşluk ve hüzün…
dilinin ucundaymışcasına var olduğunu bildiği ”gizi” dillendirecek ufak bir hece…
anlamlandırmaların nedeni olduğunu bildiği bilgiyi seçebilmek için gerekli
bir ışık… doğurabilmek için varlığından başka yansımalara duyulan ihtiyaç…
”Aynalar” sana gerekli…
Kaotik varoluşun sonsuz olasılıklarında, seçilebileceklerin seçilmişliği ne kadar
gerçekse, onlarla barışmışlığın düzlüğü de ancak o kadar gerçek ve adil…
spermin yumurtayı arayış telaşındaki ”ana olguda var olma” dürtüsü gibi
adaleti; bizim dışımızda ve ”duru bir saflık” vasfı vererek düşlerimizle
beslediğimiz “o olgu”ya yüklememiz mi adil, yoksa sahip olduğu kapıları
eylemsizce açan, verilerini beklentili ama koşulsuzca sunan birini
böylesine irdelemem mi adil?..
Coşkunun ve sabırsız bekleyişin dağıttığı dikkatle kaçırılan ayrıntılar,
düz nesirin şiir; teknolojik hatalı gönderimlerin tekrar olarak algılanmasına
sebep olması gibi, duygu ve devinimlerin bu derece etkin olduğu
varoluşta adalet mümkün mü?..
Başladığım yere dönmek sancılı olacak…

kimden: nevin
başlık: ayrıntı
biçim: elektronik posta metni

Coşku ve heyecan ayrıntılarda saklı gerçeklerin engeli…
Unutulan bir isim, irdelenmeyen ayrıntılar… netliğin gölgesi…
Adresler değişebilir; asıl olan varlık…
Şiirde ısrarın nedenselliğini kabullenememişken daha;
gönderimlerin tinsel bütünlüğünde farklı özne arayan
buğulu zihnin tutsaklığını kaldırabilecek miyim ?..
Dönüş yolum zorlaşıyor; nefessiz ve terliyim…
kendime dönebildiğimde güçsüz kalacağım…

kimden: ali akın akyol
başlık: gemi ipi
biçim: elektronik posta metni ve dijital fotograf

YAŞGÜNÜN KUTLU OLSUN AYNALI ADAM

kimden: dr. sevgin mutlu
başlık: sevgiler
biçim: elektronik posta metni

Aslında NTV’deki röportajınızda sizi izlerken, belki de aynaya baktığımda görmem gereken bir yüzdü sizinkisi… Hoş ama biraz da acı bir hüzün çöktü içime… olmam gereken zaten birileri hep vardı ve de olacaktı… ama benim hayatımı ben de yaşamalıydım. İçimdeki duyguları sanatçı kimliğiyle paylaşabilmeliydim, çıkarabilmeliydim onları… ama onlar hep orda derinliklerinde beklediler belki de boş yere, çıkıp yerlerinden tanıdık yüzleri görmeyi umutsuzca… ta ki sizi görene dek bugün fazlasıyla tanıdık!!!
Teşekkürler Hakan Bey….

kimden: sascha
başlık:
biçim: metin; elektronik görüşme metni (icq mesajı)

Hello Hakan,

First let me introduce myself: My name is Sascha and I arrived only yesterday in your country (for the very first time!) and till now I’m absolutely not dissapointed.

Via my friend … I got introduced to your homepage. I think it’s a very interesting project you create, which brought as first thought to me: ‘ Why to make a trip, when you can also make an egotrip…’ On the other hand, when I try to see your project in larger perspective you probably will get the most colourful mirror a person can wish.

Well, I hope you can also use this peace of mirror for your exhibition. And if not, they say that (pieces of) broken mirrors seem to bring luck.

Have a happy birthday in November!

Sascha

çevirisi:

Selam Hakan,

Önce kendimi tanıtmalıyım: Adım Sascha ve ülkene daha dün geldim (ilk kez!) ve şu ana kadar da kesinlikle düşkırıklığına uğramış değilim.

Arkadaşım aracılığıyla … internet sayfalarınla tanıştım. çok ilginç bir proje yaratmışsın. Ülk düşüncem şu oldu: ‘İnsan kendi benliği içinde bir yolculuk yapabilecekse başka bir yolculuğa çıkmaya ne gerek var…’ Öte yanda, projeni daha geniş bir perspektifte görmeye çalıştığımda, sanırım bir insanın dileyebileceği en renkli aynaya sahip olacaksın.

Neyse, umarım bu aynayı serginde kullanabilirsin. Kullanamazsan da, derler ki kırık aynalar (aynaların kırıkları) şans getirirmiş.

Kasım ayındaki doğum gününde mutluluklar diliyorum!

Sascha

(çeviren: Orhan Cem Çetin)

kimden: leyla eğin
başlık: sevgiler
biçim: elektronik posta metni

merhabalar
bir soruyla -nasılsa zaman var diye – başlasam? aynalarla ilgili konuşmak ya da anlatmak ister misin?
ya da belki gölgeler, izler, belki fizik kuralları…
neyse istersen bunlar yetiyor. yok bir de muhasebe, envanter dökümantasyon

ve toz var.
şimdi bir kız çocuğu iki yaşında beyaz tenli, bal rengi saçlar, iki koca göz -ki iki koca gözden ibaret bir yüz daha uygun-, elbette sözcük sayısı epeyce artmış; ona lazım olanların adını biliyor. iki yılının neresinden çıkardığını asla bilemediğimiz bir küfür duyuyoruz bir gün -burada küfür ama hiçbir
sözcüğü aklına getirmeden düşünür müsün?- ya da bir şekerleme: sen kanıycaksın kelebek. ancak çok kızdığında geliyor bu küfür. zaman zaman onu kızdırdığımı hatırlıyorum.

kimse hiçbir şey yapmadı bununla ilgili. bir tür aile tılsımı olarak içimizde bulutlarla, güzel kokularla öylece saklı tuttuk sanırım. bir dolu anlatım, hikaye, onun kendisi filan derken sana söyleyeyimi düşünmüştüm. şimdi uygun.
istersen. bir küçük rica, bu bizim -ailenin- sırrımızdır. istemezsen sende
kalsın, olur mu?

kimden: akasya asiltürkmen
başlık: gece yarısı notları 1
biçim: elektronik posta metni ve dijital fotograf

GECE YARISI NOTLARI 1

Seninle benim aramda ne sen ne de ben vardır.
MEVLANA…

kimden: emine nergis uçak
başlık: aynalar aynalar 
biçim: elektronik posta metni ve internet yazışmalarını içeren bir web linki

Sanallığın sadece iletişimin boyutunda yahut şeklinde olduğunu düşündüğüm bir dünyada kesişti yollarımız… “Sanal aşk” tartışılıyordu ve konuyu ciddiye alan tek kişi sayılırdı Hakan Akçura, nam-ı değer “maigret”… Ve hafif yollu bozuluyordu buna… Bense biraz konunun içeriğinden, biraz editörün tutumuna olan tepkimden biraz da dostlarla birarada olmanın keyfiyle, konu haricinde her şeyi yazıyordum… Bana göre geyik, Hakan’a göre ‘çapkınlık’ olarak nitelendirilen bir keyif hali… Sonra icq’ya terfi ettik… Ve en kısa cümlelerin en uzun anlatımları yaşattırdığı bir dostluk dönemi başladı benim için. “Aynalar” fikri ise en az Hakan kadar sardı beni de… Hayatımın ilk ve belki de tek olacak sanal ropörtajında söylediği şu cümlelerdi ‘aynalar’a olan ilgimin sebebi galiba:

“’Bugün ölsem gam yemem!’ dediğim bir noktaya geldim hayatımda. Neden, nasıl; cevabı bende saklı! Benim en büyük özgürlüklerimizden biri olduğunu düşündüğüm ‘ölmeyi yeğleyebilmek’ten de uzağım. Çünkü ölümü dost bildiğim bir hayat yolculuğu idi benimki… Yaşantımın ‘oyalandığım’ bir dönemindeyim. Yaşama sevincini yeniden kazanmaya çalıştığım… Buna karşın, ‘özel yaşamımı tümüyle saldırıya açtığım’ bir etkinliğin kıyısında durduğumu farkettim. Belki de tüm aynalarımı kırmak için, hepsine sahip olmam gerekiyordu.”

Tasavvufta “kamil” tabir edilen bir ruh olgunluğu olarak yorumladım bunu… Ve arada kısa cümlelere yaşantıya-sorunlara ait çerçeveler açıldıkça, acizliğin kanatan halini yaşadım, pek yansıtamasam da..

“Ben kandan elbiseler giydim/Bundan senin haberin var mı” Var ama haberdar olmak ne yazık çözüm olmuyor hiçbir şeye… Buna üzgünüm ama seni tanıdığım için ya da tanıyabildiğim yanların için sevinçliyim…

linkin içerdiği yazışmalar:

1.
gercek hayatta yasadigimiz/yasadiginiz sanalliklar ne olacak?
Forum: Sanal Aşk
Tarih : Thu, 11 Feb 1999 18:48:09
Kimden:

gerçek deniyor; gerçek hayat deniyor. peki… iki insan birbirinin yüzünü görür. konuşur. anlaşır. sever. birlikte olur. …ve az mi yaşanır yalan? kişisel tarihlerine dair, edalarına, akillarına, seçimlerine, akan hayatlarının neyi içerdiğine, içermediğine, hatta doğrudan yüreklerine dair yalan değil mi onca ilişkinin kırıldığı yer!…
gerçek hayatın ahlakı, anlamlandırmaları, tanımları, kategorileri yüzünden bir türlü kendisi olamayanınız yok mu? ilişkilerde çekilen acıların çoğu, tam da bu “gerçek yalanlardan, değiştirmelerden, zorunluluklardan, başka türlü olamamalardan” yaşanmıyor mu?
alın size bir olanak: net dili… isterseniz gerçek sunun kendinizi, ister oyunu kurun. soyunun cinsel kimliğinizden, adınızdan, sınıfınızdan, biçiminizden… bilemeyin ne nereye kadar doğru… “dil” kalsın ortada sadece. onun kıvraklığı, cazibesi, becerisi…
emin olun ki, sinir uçlarınız, “göz”ünüz hatta, tam da bu belirsizlikte “gerçek sevilesi olanı” görür, tam da bu özenle kurulan, seçilen dilde. isterseniz dil’de kalın, gerçek hayat ilişkilerinin olası yalanlarina karşı dayanışarak onunla… unutmayın, tek kendinize vereceksiniz hesabı! bu sanal dilin gerçekligi, sizin emeğinizle, açıklığınızla kendini sınar… kendine inandırır sizi ya da tam tersi… isterseniz de onu bedene çevirin, tüm riskleriyle… “gerçek hayata dair” kılın!
ne olur ki! tükenmiş her şey tükenmeli bu hayatta. sizler cesur olamayacaksanız hayatı dönüştürmek için, kim olacak ki! emin olamayın, deneyin, değiştirin… ya da vazgeçin dönün yuvanıza…
yapmayın, gerçek hayatta ne kadar güveniyorsunuz ki gözlerinize… en önemlisi, ne kadar sahip çıkılıyor ki kendi olmaklığa, tene, sevgiye…
en güzeli ise bence, bu yeni dilin soyduğu bedenlerimizle, gerçek hayata cesur bakmak, gözlerimizi, sözümüzü, edimlerimizi bu dil ile zenginleşerek farklı kılmak onu!
elbette ki, dokunmayan insanlar değil gelecek yüzyılın insanları… ama içindeki erkeği büyütebilen kadınlar ve içindeki kadını büyütebilen erkekler belki de…
büyü önemli. ne ucuz, ne sığ; belki de masallar yazılmaya başlanır yeniden. unutulduktan tam yüz yıl sonra…

2.
asıl olanı belirleme iktidarı…
Forum: Sanal Aşk
İlgi : Burada asıl tartışılması gereken
Tarih : Fri, 12 Feb 1999 16:59:58
Kimden:

en düzgün bulduğum cevap, sizinki… “bulduğum” dediğime, “olan” demediğime dikkat çekeceğim. çünkü, sizin cevabınızı, ancak “olduğu gibi” kabul edebilirim. benim iktidarımın, isteklerimin, yargımın ne olduğuna göre sınıflandıramam. böyle bir hakkım yok, “bence” böyle bir hak hiç yok!
“burası asıl tartışılması gereken” derken siz, konunun can damarının atlanmasına neden olan editör üslubunu eleştiriyorsunuz. ama editör üslubunun, belki de ummadan “kazandırdığı” bir yan tartışma, neden yanlış olsun diye düşünüyorum. tam da bu yüzden, benim daha önceden tartışmaya katıldığım metinde, duraksamadan cevap yazdığım bir nitelik de buydu:
genel ahlakçılığın ve reel hayata ilişkin normların, kategorilerin, sanal olana da ister istemez karıştığı yer… ve aslında sanal dilin, tam da bunlardan soyunulması için bir fırsat olması sözkonusu iken, bu denli genç insanların dilindeki cesaretsizlik, ahlakçılık…
siz bu konuda konuşmayı, bir başka konuya erteleseniz de, ben hayat adına, bunun da tartışılabilir “asıl” konulardan olduğunu düşünüyor ve sizin üzerine diyeceklerinizi merak ediyorum.
saygılar.

3.
hikmet’i kıskandım. ben de cevap isterim barutküpü… atlama. 🙂
Forum: Sanal Aşk
İlgi : Burada asıl tartışılması gereken
İlgi : asıl olanı belirleme iktidarı…
Tarih : Sat, 13 Feb 1999 00:38:04

Kimden:

4.
ne’sin sen hikmet?
Forum: Sanal Aşk
İlgi : “Dördüncü boyut” ya da “Sanmak,Aldanmak” !
Tarih : Sat, 13 Feb 1999 02:16:01
Kimden:

biliyorum başlıktaki garip bir soru. donanarak, temkinle girmişsindir içeriye…
“neredeyse” kusursuzsun. bildiğin, bildiğini gördüğüm, bildiğim yerde…
ama o “neredeyse” değil, tam da “kusursuzluk olan şeyin kendisi” o kadar cansız ki!
ideoloğusun dördüncü sandığın boyutun.. on yere kopyalanılası, “ciddiye alınacak pür dil bu!” denilesi yerde, en yaşaması olanaksız olansın…
can damarını göremediğim hikmet, tek soru başlıkta sorduğum oluyor sonunda ve bu ciddi bir soru…
çünkü dördüncü boyut zamanı tanımlar, burası tam da can damarıyla beşinciyi…
sevgiyle ve üşüyerek senden…

5.
araya girdim. hoşgör nergis!
Forum: Sanal Aşk
İlgi : Ruhun diktatörlüğü..?..
İlgi : Aşk denince
İlgi : Çok geç kaldım! Çok geç kaldım!
İlgi : Olsun geldin ya :-)))
İlgi : Yıldırım not
Tarih : Sat, 20 Feb 1999 17:59:04
Kimden:

hatırlıyor musun şu mesajını bilmem: “Çok ilgilendim ve heyecanlandım. Paldır küldür bir cevap yazmak istemiyorum. Beceremem de zaten. Tepemdeki işleri biraz hafifletinceye kadar, bir-iki gün, sizi bekletebilir miyim? Saygılar ”
15 şubat’tan bu yana bekliyorum ilgi ve heyecanın’ın cevabını… yazmıyacaksan haber ver. iyice suyunu çıkardı herkes bu forumun. hikmet ise düşkırıklığı ve anlayışla izlediğim bir çiçek dağıtımına başladı. boşuna bekliyorsam, merak edip de girmeyeceğim artık bu forum’a. iyi ol. (sana da geçmiş olsun nergis)

6.
bir ara parantez ihtiyacı… herkes ve üç insan için…
Forum: Sanal Aşk
Tarih : Mon, 15 Feb 1999 00:58:44
Kimden:

forum’dan beklediğimden fazlası çıkmaya başladı. kendim adına.
düşünüyorum: burada görüş bildiren herkes, şöyle ya da böyle, net’i “diyalog” için kullandı. yine hemen hemen herkes kıyısında durarak, kuşkuyla yaklaşarak, oyun üreterek, yalan söyleyerek, hep gerçeği söyleyerek, reel kimliğini açarak, saklayarak, bazen açıp bazen kapayarak, resmini tarayıp yollayarak, resim talep ederek bir “ilişki derdi”ni yaşadı. tüm bunları yaşarken, çok azımız barutküpü, hikmet ya da searchengine (üç insan) ve varsa benzerleri kadar sentez üretti.( izin verirseniz, bir de ben kadar.)
ama aslında hepimiz biliyoruz ki, kullandığımız dilin kendisi ne artık doğumdan beri nasıl kullanmayı adım adım öğrendiğimiz dil, ne de yaşantının bize öğrettiği diğer dillerden… şimdiden sentez üretmeye çalışmaya başlamamız gereken “yeni bir dil”.
akıp gitmesini izliyor çoğumuz bu dilin. heyecanlanıyor, paniğe kapılıyor, sarılıyor, reddediyor, başedemeyip sonuçlarıyla…
bir yerlerde bir araştırmalar yapılıyor ciddi ciddi, net dilini kullananlarınne kadar asosyalleştiklerine ilişkin. onlar, bir tür yeni sosyalliğin ayırdına varmakta güçlük yaşarken, net dilini kullananlar gerçek hayatla ilişkilerinde nelerin değiştiğini anlamakta güçlük çekiyorlar.
aslında hepimizin sanal aşk hikayesini (gerçek ya da kurgu) tartışırken saptığı onca patika, yolaldığı otobanların niteliğinin belki de “yeni-dil”in sorunları olduğunu farketmeye çağırıyorum sizleri.
hepimiz biliyoruz net dilinin bizi değiştirdiği bir dizi uğrağı:
net dilinde zamanı kullanma biçimi, yani hız’ın artan önemi, güveni zeka pırıltılarıyla -belki de- örülü olduğu dehlizlerde arama çabaları, smiley kodlamasının (gülüş, kahkaha, şaşkınlık vb. simgeleri) “duyguyu ve edayı” özetlemesine alışma, “asl?” gibi toplam bir soruyu sorup toplam olarak kimlik ele geçirme sanısı, sözü kullanma yeteneğinin-becerisinin artan önemi…tüm bunlar ilk olarak beraberinde reddedilmesi güç bir şeyi getirdi gerçek hayatımıza… o da tahammülsüzlük!
kaçımız hayatta hala (dün hiç sorun değilken) biraz yavaş, biraz tutuk, biraz düşünceli, biraz hoşgörü bekleyen diyaloğa açığız? gerçek hayatta da net hızını beklemeye başlama halimiz, ne kadar savunulası?
ya da ruh-beden ayrımları, çift kimlikler, “sanal diye niteleneni” (görüntüler gelene kadar gözün, dokunmanın, koklamanın, tatmanın devre dışı kaldığı) ya da gerçek hayata dair olanı “yeğleyip, üzerine vurgu yapma” istekliliğimiz…
neyi ne için istiyoruz?
kendi adıma, şu hayatın kullandığı yeni dil olanakları umurumda… hele ki bunca totaliter bir dünyanın bu özgürlük nefesi içinde… ama kendisi olarak… ama beni benim istemediğim, hayattan talebim olmayan ölçüde değiştirmesine izin vermediğim kadarıyla… bunu farketmek gereken zamanın getirdiği her şeye de tüm riskleriyle evet diyerek… ama ilk kararımı, son kararım kılarak.
aşk?
bu olgunun kendi başına tartışılası ne kadar çok yanı var ve bu tartışma insanlık tarihi kadar eski… doğrudan burada yazılı aşk öyküsü-sorunu-sorusu elbette ki cevaplarını her birimizin kişisel tavrından, aslında da bu eski insanlık tartışmasından alıyor.
ama bu tartışılırken, konu ister istemez kaydı ve iyi ki kaydı… tartışılan artık “net dili”nin olanakları, tuzakları, değeri, yarını…
farkında mıyız bilmek istedim… farkında olalım istedim…
hepinize ve üç insana -katılmadığım tonla şey söylemiş olsalar da- saygıyla…

7.
ne diyeyim! bu üsluba sadece “hoşgeldin,” diyebilirim. :)) (hepsi bu)
Forum: Sanal Aşk
İlgi : “BİNBİR KALIBA BÜRÜNEN İBLİS KELİMELERDE TECELLİ EDİYOR…
Tarih : Tue, 16 Feb 1999 15:35:20
Kimden:

kimden: oylum esmer
başlık: bendünbeyoğlundarastladığınbiriçağrınacevapveriyorum…şimdilik…
biçim: elektronik posta metni

”Bir gün hepimiz Ay’ın yüzeyinde yürüyorduk sonra evlerimize giden bir yol olduğunu keşfettik.” *
Değil mi?

(bana ait olmayan sözcüklerle ifade etmek zor da olsa…)

*DOUGLAS COUPLAND/GIRLFRIEND IN A COMA

kimden: lale kisbu
başlık:
biçim: metin; mektup

23 Ekim 2000

Merhaba,

duyduğuma göre kendini arıyormuşsun, sana seni gösterecek bir ayna olabilir miyim bilmiyorum; yoo olurum, çünkü ben de bir varlığım şu dünyada ve bütün varlıklar birdir özde aslında. Anlatırlarken kendilerini başkasına, gösterirler seni sana. Seni tanıyanlar anlatırlarken sana seni, gerçekte gösterecekler senin aynanda kendilerini, yani aynı benim gibi.

Ama kutlarım birleştirici ve harekete geçirici bir proje bu ve ve ve ah keşke bir yolunu bulabilsek de değil 400, 500, 1000 kişiyi, milyonları, hayatlarında ilk kez kendilerini –ruhlarını-, benliklerini ifade etmeye, kısacası üretmeye sürükleyebilsek; korkularından, beklentilerinden kurtarıp, kendilerini aramayı öğretebilsek.

Dilerim projelerinin arkası gelir.
Dilerim hiç yılmazsın…

Sponsorün bol olsun,
Sevgiyle kal

Lale Kisbu

kimden: fethiye
başlık:
biçim: posta kartı-aydınger üzerine yazılı metin

Hakan
Aynasını bulan bir “Mevlâna” diye biliyordum ama!?.. 

Beni
Bana
Benimle ? AYNA?
Benden
Benim

Ortaköy’de, belki bir fal bakımlık süre içinde ikili konuşmalarımız olmuştur. Yine de, sende “ben”likle ilgili törpülenmesi gereken bir şey varmış gibi hissetmişimdir hep.

Fethiye
Doğum: 27 Kasım 1957

kimden: “yahyacete”
başlık:
biçim: elektronik tebrik kartı
(sanatçının bilgisayarına internet üzerinden yapılan bir saldırı sonucu kayboldu. sanatçı “yahyacete”yi bu durumdan dolayı bilgilendirerek, elektronik tebrik kartının yeniden yollanmasını istediyse de, “yahyacete” bu isteğe cevap vermedi.)

kimden: seher ayan
başlık: neden ben değil?
biçim: elektronik posta metni

yaratıcı olmayan ama yine de keyifli ve uzun süren bir günün sonrası 24 saat çalışma… kapıdan çıkarken sanki yere yıkılacaktım… ayak bileklerim çok zayıftı… beni karşılayan tertemiz bir sabah… sanki yıkanmış bir kent… yorgunluk yerini dinginliğe bıraktı… denize doğru yürüdüm… güneşin denizle oynaşması… binlerce simin… bir yandan rüzgarın okşayıcı serinliği… bir yanda yorgun tenimi ısıtan güneşin sıcaklığı… tenimde oluşan karmaşa… sıcaklık… serinlik… ve sonrasında tesadüfen icq’da yaptığınız resimleri okuyup tekrar bir karmaşa yaşamak… öfke… kızgınlık… hayal kırıklığı… en doğrusu hayal kırıklığı. ben ki kırk tane kendimce çok yaratıcı nicklerimle icq’da dolaşırken bir kere bile resim yapamamışım… ne diyebilirim… neden ben değil??? ÇOK KISKANDIM RESİMLERİNİ YAPAN İNSANLARI… NEDEN BU SİHİRİ BEN YAŞAMADIM… dinginlik falan istemiyorum artık…
tüm bu yaratıcılığinız için ben kardelenler dökeğim ellerinize…

kimden: senem özkan
başlık: a piece of puzzle
biçim: web sayfa tasarımı

içerdiği metin:

Bİ AN… Derin bir nefes al ve yaşadığını duyumsa…

Hey sen, her kimsen ya da her neysen… seni seviyorum. Dünyada olup da bana kendimi tanımlama fırsatı verdiğin için teşekkürler. Kısacası bana ayna tuttuğun için teşekkürler…
Sana bendeki yansımanı gönderiyorum. (Bu senin çağrının bana ulaşıp, sana geri dönmesi.)
Seninle, diğer herkesle ve her şeyle olduğu gibi, evreni paylaşan biri…

kimden:
başlık: bendeki aksin
biçim: elektronik metin dosyası

seni
öptüm, soydum, okşadım, uyuttum (bir kez), uyandırdım (sanırım çok kez), sevdim, merak ettim, önemsedim (çok), hatırladım, okudum (erişebildiğim her harfini), hissettim (kendi bildiğim gibi), özledim (çok), tutkuyla sardım (bunu çok sevdim), düşledim (kimseyi düşlemediğim kadar uzun), istedim (başka hiç bir şeyin önemi olmadığı bir yerdi)

(bu “sıradışı sanat etkinliği”ni hiç sevmedim, ilk başta parçası olmak istemedim, reddettim)

sana
aşık oldum (sonra bunun gerçerliğini sorguladım ve karar verdim: ben de burada olmalıyım), bedenimi sundum, sevgimi sundum (tutuktu ama kocamandı, üzerime giydiğim iki beden büyük bir elbiseydi), şevkat duydum, fısıldadım, sarıldım

(bu “sıradışı sanat etkinliği”ni hiç sevmedim, bencil bir girişim olduğunu, kutsadığın yalnızlığına hiç yakışmadığını düşündüm)

seninle
seviştim, konuştum, yedim, (içemedim), sohbet ettim

(bu “etkinliğin” gayesi insanlardan aldığın ve senin için yaşamsal önem taşıdığını düşündüğüm enerjinin azalması veya kalitesizleşmesi mi?, gücünü toplamak için mi bunu yaptın?, ben, bu “sıradışı sanat etkinliği”ni hiç sevmedim, isterim peşinde olduğuna ulaşmanı ve asla pişman olmamanı)

“her halinle kabulümsün”
içimdeki izin çok derin, şu ara tatlı tatlı kaşınıyor
yola çıktın, yolun açık olsun dilerim

“seni çok seviyorum”

kimden: şebnem somel
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Sevgili Hakan,

Bu sabah rüyamda gördüm seni. Venedik gibi bir şehirde, öyle gibi ama suyu temiz, üstelik Migros da var, ilk hatırladığım bölümlerde filmler yönetmişsin ve bunlar dvd olarak satılıyor, sonra Venedik gibi olan şehrin Migros’unda ben alışveriş yapıyorum, kasaya geldiğimde ise bütün paketlerim bir anda görünmez oluyor ve sen yine oradasın, o an bütün zamanların “en iyi Migros müşterisi” seçimleri var fakat sen daha önce alışverişi bitirdiğinden ben de paketlerim görünmez olduğundan bunu pek dert edemiyoruz.

Ama en önemli kısmı ise senin benim bu kaybolan paketlerim hakkında knightrider tarzı bir tavır takınıp olaya kahramanca el koymak için denize atlaman, yani o ırmakla deniz arası sarı, yeşil ama temiz, görüş mesafesi açık suyun dibine atlaman. Dip derken gerçekten de dümdüz dibe iniyorsun ve orada seni bekleyen motorsikletinle son hız oradan uzaklaşıyorsun, ben de ardından bu hızı imrenerek bakarken hala nasıl olup da paketlerimin görünmez olduğunu düşünüyorum.

Ve uyandım ve düşündüm bazı insanlar gerçekten yansımaya kararlılar, öyle ya da böyle.

Sevgiyle kal,

kimden: “chat dostu” ali kemal kat
başlık:
biçim: elektronik posta metni

sen su damlalarının derinliğindeki ışık süzmesi kadar iyisin demek…

kimden:
başlık:
biçim: ses; telesekrete bırakılan mesaj

… – …

ses-çözümü:

bu proje güzel bir proje… ancak herkes sizden bir şey isteyecek. siz bir şey istiyorsunuz ama tam tersine, karşılığında insanlar sizden bir şey isteyecekler. yani, daha elle tutulur bir şeyler…

kimden: ı. ş.
başlık: fotoğraf (cemal süreya)
biçim: şiir içeren ve şimdi yayında olmayan bir web site sayfası

içerdiği şiir:

Fotoğraf

Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel

Cemal Süreya

kimden: ayfer gürsoy
başlık: birisi
biçim: elektronik posta metni ve dijital fotograf

selam hakan,

seni tanımıyorum; ama aynanda işte birinden bir şey olmak istedim.
sana NEMRUT’a çıkarken çektiğim bir fotografımı gönderiyorum. çektiğim en iyi fotograflardan biri bu. tanımıyorum seni ama, aynanda bu “en sevdiğim” olsun istedim.

hoşçakal.

kimden: nevin
başlık: nedensiz
biçim: elektronik posta metni

Yeni bir şey yok.
Daha yüz yıl geçmeden tekrarlamış kendini “Cezayirli Kadınlar” misali,
sadece sunum veya üslup farkıyla insan… Hiç beklemedik bir anda
çıkıverir karşına, yuvarlatılmış nesnelerin etrafında “ilk”liğin coşkusuyla,
çocukça koşarken… Hep var olanın veya yaşanmışlığın,
kendi kişisel devinimindeki izdüşümü olduğunu farkedemeyişiyle…
Karıştırırsak “yaşanmışlığın küpü”nü, bulacağız hep “aynı olan”ı…
Değişmedi insan..
Bataklık çamuru gibi “özensiz kışkırtıcılık” la alınabilecekler…
Zorlanırsa biraz daha, yansımalarla düşülebilir
“vazgeçmişliğin” boşluğuna.
Hangi özne bize alabileceğimizden fazlasını verebilir?..
Anlamlandırmaların denkliğindeki başlangıçtan “karşılıklı etkileşim”
ve “birlikte yaşanmışlıklarla” gelişen sürekli yolculuk değil midir yaratım?..
Edinimsiz beklentiden ne umulabilir ki?..
Sadece kendi yaratıp, sadece kendi yaşayabilir insan,
olmayı düşlediği “hal”ini…

kimden: ı. ş.
başlık: ayna 2
biçim: elektronik posta metni-şiir

Merhaba,

Çoğu zaman ufacık hayatlarımıza yaptıklarından dolayı kızdığım teknoloji, belki de ilk kez birleştiriyor arka sokaklardan hayatı gözetleyen insanları…

ve dinle hakan akçura:

silkeliyor biri eteğindeki taşları, kadın ürküyor.
sık bir ormanın yarattığı en kolay paranoya: tuzak
adımlarımı sayıyor sanki sokak ve sıkışmış kar leoparı
dönüm dönüm çöl…
şehir değiştirmiş yalanların uykuda sıçrayışı gibi
saklanıyorum zamandan
zaman bir avuç.

sanki böcek girmiş ruhuma
kadın salıncakta sallanıyor solungaçlarından kan sızan alabalıkla.

kalk artık hakan kapıya bak
aynalar koridorunda yerde yatıyor ‘gece’
biliyorsun ‘gece’yi yalnız
sen görebilirsin
şair görebilir.

kimden: ı. ş.
başlık: ayna 3
biçim: elektronik posta metni-şiir

SİS TARLASI

tütsü kokan yerli kadın.
yazgı.
hiç.
yazık ki mor sokakta bir avuç kalmış bebekler.
en yakın meteora tutulmuş gece; eee aşk bu!
sallanıyor ellerim sandalyenin boşluğunda;
sihir palyaçonun kırmızı burnunda.
ayakların arasından göğe bakıp emeklemek,
karşılamak günü yolcuyu uğurlar gibi.
kaybederken kazanılanlar ve kibir.
bakınır, susar ve durur insan; çünkü
durgunluğun ağır cezasıdır sis.

bir kozanın deliklerinden ışığı görür gibi çıkmak yokuşu, unuttun mu
saatlerce kuklacıya bakıp uyuduğum günü?
bakınmak sana,kemik çalıp da kuma gömen bir köpek, deliye dönen bir leopar
gibi.
hatırla beni.
güzün sesi toz duman
sen kasıklarımdan sızan ter,
saklambaç oynayan bir deli.
ebe yok, sobe yok, saklanan yok.
ne mi zaman! YOK ki.
kavaklardır boynunu yukarı kaldıran ve sağlayan bir anda unuttuğun maviyi
görmeni.
dişiliğim ‘kuğuların yansıması’ (Dali) civa kokulu suya,
adım bir sincabın diş gıcırtısı,
adım parke taşlardan içine sızan ılık su,
adım gece lambasının akıl almaz bekleyişi seni,
adım nasırlı bir ayak,
adım açlık sana,
açlık birkaç adımda yolladığın zayıf canavara,
açlık ıssızlığına, kayıplığına, art arda çıkılamayan soğuk zindanlarına..
adım bir kadın kurusu,
adım yalan,adım yalnızlık belki… ya da bizsizlik.
zamanı mı yarıyoruz tam orta yerinden yoksa
o mu bizi beceriyor en hassas yerlerimizden. ne dersin?

ı.

Ey Aynacı! İç içe geçmiş aynalar koridorunda kendilerini gösterdin insanlara;
ama gözbebeklerinde sen varsın o insanların.

kimden: tuba büyükkaraduman
başlık: mirror 1
biçim: çizgi bant; karikatür

kimden: tuba büyükkaraduman
başlık: ayna 2
biçim: dijital görsel tasarım

kimden: elif şafak
başlık:
biçim: ses; telesekrete bırakılan mesaj ve kitap
(şehrin aynaları, elif şafak, iletişim yayınları, 1999)

ses çözümü:

merhaba,

benim adım elif şafak. ben size romanlarımı göndermek istiyorum ama adresinizi bilmiyorum. sizi tekrar arayacağım ya da e-mail yoluyla size ulaşmaya çalışacağım.

iyi günler.


kimden: akasya asiltürkmen
başlık: aki’den incik boncuk
biçim: elektronik posta metni

“Neden beceremediğimi anladim. Dank etti kafama… ben her an yeni bir aşk yaratmalıyım kaburgamdan!
İşte o zaman başlıyor benim sonu gelmeyeceğini sandığım saltanatım. Fena kız olmak pek de kötü diil…
asıl fena; olamamak”

kimden:
başlık:
biçim: fotograf

kimden: alp esin
başlık:
biçim: ses; telesekrete bırakılan mesaj

ses çözümü:

alo merhaba,

ben alp. alp esin. sanıyorum uzun bir zamandır aynı sokakta oturuyoruz ama, henüz tanışmadık ya da tanıştırılmadık. sürekli birbirimizi gördüğümüzü biliyorum ama bu geçen hafta içinde galatasaray’ın önünde karşılıklı birbirimize selam verdik. onun dışında uzaktan ilgiyle sizi izliyorum. mesela bir önceki serginizdeki resimleri çok beğenmiştim ama aynı çevrede, çok yakın çevrede paralel evlerde olmamıza rağmen yolda sizi durdurup bunu söylemedim. şimdi bunu görünce, bu vesileyle hiç değilse bunu aradan çıkartmış olayım dedim. evet bir önceki serginizdeki resimleri çok beğenmiştim; onun dışında mahalle komşusuyuz.

teşekkür ederim.

kimden: “malina”
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Ne ağır bir yük çekiyor bizi kendine… aydınlık bir mum alevi gibi aynadan yana çevirdiğimizde yüzümüzü, aksak bir görüntünün zamana doğru akmasıyla karşılaşırız.
Daha derinde olanı, karanlık güçlerin elinde acıyla sabitleşen dilin dönemediği tutukluk en sonunda, en başındaymış gibi arsız ve zamana etkisi görülmeyen atların çekebildiği düş görünümüyle karşımızda olanı bizden önce görecek olanı bekleriz.
Bütün renklerin dost olduğu, biri diğerinin yerini alabilecek gecede içe doğru atılmaya başlayan adımlar ağır ve yeknesak anlatılmaya çare olmayan bir hastalık gibidir aynada.
Altında kirletileni, üstünde dolaşan renk dalgalanmaları bastırır… unutuşa doğru gidilir.
Zamana eş bir gidiştir bu ensiz ve biçimsiz yansımalarda gördüğümüz kendimiz, aslında rüzgara tutulabilecek sakınımlar arasında acıyı kaynağından çekip alıp sahiplenecek gücümüzle aşağılar bizi…
Ve aynada belirginleşen görüntü tüm duyularıyla, önce ellerin dokunumunu yasaklar… göz en azından takip edebileceği diğer duyuların eldeki renklerle örtülmesini düşler……….
Ve ayna arsız bir oyun sahnesinde aralanan perde gibi; açığa çıkaracağı yine kendimizdir…
En sonunda bilmemiz gereken de yine bizim bu aralanmada perde kapanmadan önce… gözlerimiz sımsıkı ve hiçbir yanılgı olmadan, hafif bir tebessümle aynadan görüntümüzün silinmesidir. Hayatın , düş görmeyle bilince erdiğini bize ayna gösterir;
unutturan yine o’dur.

kimden: nevin
başlık: zamansız
biçim: elektronik posta metni

Keşke bir yıl önce okusaydım, ya da hiç…
neden şimdi…
Hayalleri, heyecanları, merakı ve oyuncaklarıyla
elleri yumuk yumuk, yalın dünyasında
kah neşeli, kah hüzünlü, ya da kırık…
anlamlandıramaz grift ruhun fırtınalarını
sayrı bedenin titremelerine
durup şaşarak bakar, tekrar döner oyununa
kah çoğul, kah düet. ya da tekil
herkes katılmalıdır ona
sanır ki böyle yaratılır
boğazım düğüm düğüm
karada bir balık gibiyim
kavruluyor bedenim
ölüme az kaldı
dönemiyorum…

kimden: oylum esmer
başlık:
biçim: elektronik posta metni ve dijital fotograf
(Anja Hitzenberger/”the feeling”)

1997 kış, Beyoğlu, dahili mekan.

Yanıp sönen ışıklar, müzik yüksek ve yoğun, kalabalık hareket halinde, davul sesini hatırlıyorum zeminden gelen, bir de kalabalığın içinde dans eden birini…

Seneler geçiyor; H.A. aynalarını istiyor.

Gönderdiğim fotograf, Anja Hitzenberger adında bir dans fotografçısına ait, pozlanan ise David Zombrano. Zombrano bu fotografına ilişkin şu yorumu yapıyor:

”Anja this photo really is me! This is what I do, what I feel when I dance!”

Bu fotograf, aynalarını isteyen H.A’nın; müziğin, hareketin yoğun olduğu kimi mekanlarda tanık olduğum, izlediğim dans halindeki transını (trans halindeki dansını) çağrıştırıyor.

Kalabalıkların içinde kendine alan yaratmanın bir başka yolu ve ifade biçimindeki kendiliğndenlik belki bu fotografı sana yakın kılıyor…

kimden: ceyda kafadar
başlık: yabancı…
biçim: elektronik metin dosyası

Açtım gözlerimi sararmış sonbahara yine ve bu kez aklımda sen… yani hiç tanımadığım bir adama yazılacak satırlar dizilmişti işte öylece… İsli sisli güzel bir günün alacakaranlığında, bir barın arka taraflarında elimde bir bardak yasemin çayı, bir kağıt parçasına çizilmiş yüzünden tanıdım seni… O anda bilmediğim hayatına ortak olmak istedim, tıpkı hiç bilinmeyen düşlerini görmek istediğim gibi… Yabancılar demiştin bir yerde sence yabancı olabilir mi insan bir şeyin varlığını bildikten sonra… Ya en tanıdık insan seni ne kadar anlar bir yabancıya kıyasla…

Bilmem belki içerde çektiklerini, sorgudaki günleri, seni üzenleri, sevenleri, tuvallerine söylediklerini, sevgililerinle nasıl öpüştüğünü, kaç kadının gönlünün sultanı kaçının düşmanı olduğunu…
maç seyrederken küfür edip etmediğini, anneni özleyip özlemediğini, bir kadının kokusuna hasretliğini, arkadaşlarına ne kadar güvendiğini, sokaklarda nasıl yürüdüğünü…
Galata’yı benim kadar sevip sevmediğini, onca insanın ortasında yürürken hiç kendini yalnız hissedip hissetmediğini, kaçıp gitmek istediğini, dönüp evine sığınmak bir bardak sıcak çayda huzur bulmak istediğini…
özlemlerini, nefretlerini, senin kokunu, benim kokumu bilip bilmediğini, ölüme ve yaşama mesafeni, dağlara hasret olup olmadığını, güneşle doğup doğmadığını, kaç kez çığlık çığlığa sevgini haykırmayı istediğini, bunun yerine kaç kez suskunluğunun esiri olduğunu..
baharı senin nasıl gördüğünü, beni hiç görüp görmediğini, yüreğinde neler neler sakladığını, boyalarına bu yükün ne kadarını yüklediğini, gerçeğe ne kadar yakın hülyaya ne kadar uzak durduğunu…
sabahları çizgi film seyredip seyretmediğini, gece yarısı uyanıp yemek yediğini, biberi mi dolmayı mı sevdiğini, içip içip dağıttığını ya da sigara bile içmediğini, emzik emmeyi ne zaman bıraktığını, uykunda terlediğini, sayıklayıp bacaklarının arasına yastık sıkıştırdığını veya gece boyunca bin bir şekle girenlerden olduğunu, benim yanımda uyanmayı isteyip istemediğini, neler dinlediğini, neler izlediğini, tiyatroyu sevip sevmediğini, iyilerden misin yoksa kötülerden mi?

Bildiklerim bilmediklerim altında ezilip gitse de sen de benim gibi bir insan değil misin? Erkek ya da kadın olmanın dışında birkaç küçük ayrıntıda gizli değil mi yabancılıklarımız… Tüm bunları bilsem sanki seni tanıyor olacak mıydım? Kendimi tanıdığım kadar tanıyamaz mıyım seni de? Belki de görmeseydim o afişi, çelmeseydin fikrimi, yazmasaydım tüm bunları, elim deymeseydi hayatına hep yabancı kalacaktık birbirimize ama şimdi her şey değişti… Sahi bir sabah vapurda karşılaşmış mıydık yoksa? Biner misin vapura? Sen İstanbul’u neresinden yaşarsın? Belki benim gibi ona tepelerden bakmaktasın.. Belki de Taksim’in ortasında güne merhaba demektesin? Acaba Ankara’yı bilir misin? Yazları en çok nereyi seversin? Peki, merak eder misin? Yani beni, başkalarını, hayatında hiç görmediğin bambaşka insanları… Onların düşlerini, uykularını, uyanıklıklarını… sabah uyandığımda amma da lanet olduğumu, neyle mutlu olup neyle huzur bulduğumu? Nasıl da hüzünlü günlerin geçip gittiğini… Soya sosunu ne çok sevdiğimi, yoğurdu bile bolca üflediğimi, pembe saçlarımı, melek takıntımı, mor odamı, türk filmi seyrederken ağladığımı hatta ağlamak için özel filmler bulduğumu, fotograflarımı, anılarımı, vücudumdaki benleri, onlara isim verdiğimi, ayıma sarılıp uyumaktan kaç yaşımda vazgeçtiğimi, bir gün denizlerin dibinde yaşamak için her şeyimi verebileceğimi, yunuslar için delirdiğimi, dünyanın neresinde olduğumu, hayatın neresinde durduğumu, evimin renklerini, ağaçları ne çok sevdiğimi, böceklerden ne çok korktuğumu, hala bir oyun arkadaşı bulsam saatlerce kanasta oynayabileceğimi, aradığımı, bulamadığımı, sahip olduklarımı, yaşların yılların ne çabuk geçtiğini, akıp giden yaşamın zamanın esaretinden kurtarılınca ne de güzel olabileceğini, koşullanmışlıklarımı, şartlanmışlıklarımı, ipek pijama fantazilerimi, Nuri Alço geyiklerimi, “duvarımı süsleyen bu resimler…” diye başlayan cümleler kuranlara ne gıcık olduğumu, bir peçeteye karalanmış iki satırın bile paha biçilmez olduğunu düşündüğümü, telefon sapıklarına yaptıklarımı …….

İşte, ben kendi payıma kendimi bunlarla ayırıyorum… senin ayraçlarını bilmiyorum ama sen de bir insansın ve eninde sonunda sevilmeyi, özlenmeyi, huzur duymayı istediğini, unutulmaktan korktuğunu, kaygılandığını, heyecanlandığını, düşündüğünü, söyleyebildiğini, söyleyemediklerini, sevimli olabildiğin kadar kızgın da olabileceğini biliyorum… tıpkı bizler yani hayatına yabancı diğer insanlar gibi… iyi ki doğdun mutlu yıllar….

kimden: arzu
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Seni tanımıyorum ama tanıştım. Seni uzaktan seyrettim ama konuşmadım. Hakkında bir şeyler duydum ama umursamadım. Bazen sergi salonlarının koridorlarında, bazen bir arkadaşımın evinde, bazen kafan dumanlı barda dans ederken gördüm seni… Ama aynadaki yüzün o kadar silik ki farkedebilmem için yaklaşmam lazım. Elime verilmiş bir iskelet, hadi yüzünü sen tahmin et der gibi burada oturup senin için bir şeyler yazmak gerçekten zor. Ama seninle bütünleştirdiğim birkaç kelime yazabilirim sana:

“ürkek ama saldırgan, özgür ama yalnız, sevimli ama çapkın…”

kimden: burak mağralı
başlık: sancı
biçim: şiir;
elektronik metin dosyası

SANCI

Koştum;
Sancımı ardımda bıraktım
Sandım.
Durunca anladım:
Kıvrandım.
Kendime baktım,
Ağladım.
Göremedim
Gözlerimi
Kanattım.
Kendimi yakaladım
Dediğim an,
Gördüm:
Yakalandım.
Çelme taktım,
Düşürdüm kendimi;
Düşüme düşman oldum.
Yardım
Göğsünü göğün;
Kan yağdırdım.
Kırdım camları,
Yağmura sarıldım.
Gölgeme rengini sordum,
Kalabalığımda kayboldum.
Rüzgar dans etti bütün gece,
Şarkılarımı çok yordum.
Elini tuttum
Kendimin;
Ürperdim.
Yaktım battaniyemi,
Uykumda titredim;
Üstümü küllerimle örttüm.

Ve sustum:
Ah, içimi yine
İçime kustum.

ARALIK ‘99

kimden: mutlu polat
başlık: tersine akan iki su arasında… / kaybolur yüzlerimiz bir sonsuzlukta!
biçim: görsel düzenleme
(sanatçının yıllar önce mutlu polat’la oynadığı bir çizim oyununun ve yine sanatçının mutlu polat’a yazdığı bir mektubun fotokopilerini içeren…)



içerdiği mektup:

KÜL KIZI, RÜZGAR TENLİM! SERİNİM, ÇOCUĞUM, SUSAM KOKULUM! SERSEMİM! SEVGİLİM! ZAMAN ÇOK YAVAŞ GEÇİYOR.

ARADIĞIM HER ŞEY BURADA; YANILMAMIŞIM: BADEM AĞAÇLARI, ARDIÇLAR, ÇAMLAR, PAPATYALAR, KUYRUKSALLAYAN, SERÇE, KUMRU, SAKA, YAĞMUR YEMİŞ TOPRAK KOKUSU, SENİ GECE GÜNDÜZ SARAN GENİŞ BİR GÖKYÜZÜ… 10 GÜN GEÇTİ GELELİ. ARAMADIĞIM, ANCAK DUYDUĞUM, SEZİNLEDİĞİM, BENZERİNİ BİR BİÇİMDE YAŞADIĞIMI DÜŞÜNÜP DONANIMLI OLDUĞUMU SANDIĞIM DİĞERLERİ, HİÇBİR ŞEYE İZİN VERMİYOR. RUHUNU KALIN ZIRHLARLA ÖRÜYORSUN, BEDENİN AĞZINI AÇIP İSTENİLENİ SÖYLESİN DİYE, YAPSIN DİYE. GERİDE KALAN, ARA VERDİĞİN, BİR BİÇİMDE ÜZERİNDE DÜŞÜNÜP DÖNECEĞİN HER ŞEYİ UNUTTURUYORSUN KENDİNE; RUHUNUN İÇİNDE KORUYORSUN ONLARI. BİR TEK ADALET DUYGUNU VE ONUN ÖNCÜLÜ ONURUNU, TARİHSİZ, BELLEKSİZ, AMA O TARİHİN VE BELLEĞİN GÜCÜ İLE BEDENİNDE TAŞIMALISIN, BİLİYORSUN. TAŞIYORSUN. O OLMAZSA YOKSUN VE BURADA YOKOLMAK ÇOK KOLAY.

İZMİR TELEFONU “BİR HAFTA” DOLARKEN ANCAK ELİME GEÇTİ. 4 GÜNDÜR SABAH 8 İLE AKŞAM 10 ARASINDA, O TELEFONUN OLDUĞU EVDE HİÇ KİMSE YOK. DÜN DİNLENME ZAMANINDA FUTBOL OYNADIM. 7-8 YILDIR OYNAMAMIŞTIM. İKİ GOL ATTIM. BİR GOL YEDİM. DİZ ARKASI LİFLERİMİ ZEDELEDİM. AKŞAMÜSTÜ ARTIK YÜRÜYEMİYORDUM. REVİRE ÇIKTIM. BUGÜNE “İSTİRAHAT” VERDİ. “KOĞUŞ”TAYIM; HATIRLAMAK, DÜŞÜNMEK, BECEREBİLİRSEM YAZMAK İÇİN İLK ZAMAN, İLK MEKAN. ÖNÜMDE İKİŞERLİ 20 RANZA, AĞAÇLARA, KUŞ SESLERİNE VE GÜNEŞE AÇIK ÜÇ PENCERE, SARAN BİR BAHAR SERİNLİĞİ VAR. SENİ DÜŞÜNDÜĞÜMDE ÖNÜME DÜŞEN İLK GÖRÜNTÜN, STÜDYO’DA ÇOCUKLARI ÇALIŞTIRIRKEN, BACAKLARINI AÇIP YAYLANARAK KOŞUŞUN. GELEN DİĞERLERİ, HEP BUNUN ARDINDAN. NEDEN BİLMİYORUM.

ARAYA GÜNLER GİRDİ. SENİ BULDUM. SENİNLE KONUŞTUM. ANTALYA’YA GİTTİM GELDİM. ORADA SENİNLE OLMANIN DÜŞÜNÜ KURDUM. TÜM GÜN SANA DOKUNMANIN… NE OLACAK BİLMİYORUM ASLINDA. KONUŞMANIN ORTASINDA, “BİLDİK”LERİMİZE, “TEKLİĞİMİZ”E SIRTINI DAYAYAN O SERT DİKENLERİMİZİ YİNE BİRBİRİMİZE YÖNELTİR MİYİZ?.. ÖZLEMİM, İSTEĞİMİN, UMURUNDA DEĞİL BİLEMEDİKLERİM. “HER ŞEYE KARŞIN” DEMEM SENİ YARGILAMAM YA DA KENDİMİ “YARALI” HİSSETMEM DEĞİL. SADECE, GERÇEKTEN DE SOĞUK AKLIMLA BAKABİLSEM (HİÇ BAKAMADIM), NE OLACAĞI’NA DAİR BU BELİRSİZLİK DUYGUMA ORTAK OLAN TÜM EDİMLERİMİZ, OLUŞLARIMIZ İÇİN SÖZCÜK ARAYIŞI; İSTEĞİME, ÖZLEMİME DÜŞEN AKIL GÖLGESİ.

BURADA GÜN ARTIK KOLAY GEÇİYOR. ALIŞMAKTAN MI? DAHA ÇOK ÖĞRENMEK, BİR TÜR “ACEMİLİK”TEN SIYRILMAKTAN SANIRIM. BİR HAFTAYI GEÇTİ, NE SPORA NE “EĞİTİM”E KATILIYORUM. KENARDAN İZLEMEK -İZLEMEK ZORUNDA KALMAK-, YAŞAMAKTAN DAHA ZOR. BEDENİM (YORULAN, ZORLANAN, ‘BİÇİM’ KATILAN, SOYUTLANAN, KARŞILIĞI VE BENZERLERİ ÜRETİLEN) İLE İZLEYEN BENLİĞİMİ AYRI AYRI VE KESİNTİSİZ YAŞAMAYA TAM ALIŞIRKEN, KENARDA KAFAM KARIŞTI. ZORLANDIM. ŞİMDİ BU HALİN YERİNİ, ŞİZOİD OLMAKTAN BENİ ÇIKARIŞINI BENİMSEMİŞ AMA ÇABUK TEPKİ VEREN, SOĞUKKANLILIĞIN YA DA SAKİNLİĞİN YERİNİN ÇOK RAHAT SERTLİĞE, SALDIRGAN BİR ALAYCILIĞA YA DA SAVAŞ GÜLÜMSEMESİNE BIRAKABİLDİĞİ BİR HAL ALDI, BENİ SARDI.

O KOCA KOCA HERİFLERİN NASIL ÇOCUK OLDUĞUNU, YA DA NASIL DÜZEYSİZ BİR “DİL”İN HER ALANDA TEK “DİL” OLUVERDİĞİNİ GÖRSEN SEN BİLE İNANMAZSIN BENCE.

HER GÜN ZİYARET VAR. ÖĞLEN 12’DE VE AKŞAMÜSTÜ 5.5’TA İKİŞER SAAT. HAFTA SONLARI İSTERSEK RESMİ GİYSİYLE BURDUR’A (SABAH 9 – AKŞAMÜSTÜ 5 ARASI) YA DA SİVİLLERLE ANTALYA’YA GİDEBİLİYORUZ. (10’A DOĞRU ANTALYA’YA VARIP 19’DA AYNI OTOBÜSTE BULUŞUP DÖNMEK ÜZERE.) BURDUR’DA RESMİLERLE “ÇARŞI” İZNİ, BİR İŞKENCE. KEP ÇIKARILMIYOR, SİGARA İÇİLEMİYOR VE 200-300 SUBAYIN HERHANGİ BİRİ KARŞIMIZA ÇIKTIĞINDA SELAMLANIYOR VE YANIN SIRA 1000-2000 ER DAHA VAR. ANTALYA (GEÇEN HAFTA SONU) İYİ GELDİ. GERÇEKTEN SİVİLDİM. VE ÇOK İLGİNÇ Kİ, MEKTUBUN BAŞINDA KALIN ZIRHLARLA KAPADIĞIMI SÖYLEDİĞİM RUHUM TÜM ALIŞKANLIKLARI İLE DÜŞÜNMEYE, BAKMAYA, DÜŞÜNMEYE BAŞLADI. İYİ GELDİ.

KIŞLADA KALMAK DA MÜMKÜN VE GALİBA BU HAFTA SONU BUNU YAPACAĞIM. BİR SEN GELEMEDİĞİNDEN, İKİ MERAK ETTİĞİMDEN, ÜÇ ANTALYA’YA GİDİP GELMEK EN AZ BİR 400 BİNİ GEREKTİRDİĞİNDEN. PARA YOLLAMIŞ SAİME (ABİMİN KARISI –O, ORGANİZE ETTİĞİM KİRA OPERASYONUNUN SON İSMİ-) AMA HAFTA SONU ANCAK ELİME GEÇER VE BEN ASKERLİK SONUNA DEK ÇOK AZ HARCAMAYI DÜŞÜNÜYORUM. BURADAYKEN ÇOK AZ PARA YETİYOR. YEMEKLER İYİ VE YETERLİ. KANTİN ÇEŞİTLİ VE İNANILMAZ UCUZ. SENİ ARAYACAĞIM; OLABİLDİĞİNCE SIK. 9.5’DA KOĞUŞLARA GİRMEK ZORUNLU, 10’DA YATMIŞ OLMAK. O YÜZDEN HARİKA’NIN TELEFONU DAHA SIK VE KOLAY GECE KONUŞMALARI DEMEK OLMAYABİLİR. BAYRAM NEYE GEBE KİMSE BİLEMİYOR. EN KÖTÜ İHTİMALLE HER GÜN ANTALYA “GEZİSİ” OLACAĞI KESİN.

ERTESİ GÜN: 5 MAYIS. İSPARTA’DAYIM. BEN SİVİL HASTANEYE GİDECEĞİMİZİ SANIRKEN ASKERİ HASTANEYE DÜŞTÜK. ORTOPEDİST YOKTU. FİZİK TEDAVİCİ KEMİK BOZUKLUĞU GÖRMEDİ, PAZARTESİ ORTOPEDİYE YENİDEN GELMEM İÇİN 4 GÜN İSTİRAHAT VERDİ. HAFTA SONU KIŞLADAYIM DEMEK BU. VE DİNLENECEĞİM.

YEMYEŞİL, SESSİZ, UFKU GENİŞ BİR HASTANE BAHÇESİ. BURDUR’A VARDIĞIMDAN BERİ GÖKYÜZÜ HEP 180 DERECE. KARŞIMDA ADINI BİLMEDİĞİM –BİRAZDAN ÖĞRENECEĞİM- YÜKSEK, YALÇIN, KARLI DORUĞUYLA BİR DAĞ. UZAK BİR VADİ KÖYÜ. YARISI YEŞİL ASKERİ ALAN OLAN GENİŞ BİR OVA. AKADEMİ’DEN BİR ARKADAŞIMI GÖRDÜM. BİRKAÇ YILLIK ÖYKÜSÜNDE SÖZÜNÜ ETTİĞİ, ONUN VE 60 KADAR RESSAMIN RESMİNİ, PARASINI DOLANDIRAN, SAVCILIKÇA ÜÇ YILDIR ARANAN, BENİM DE YILLAR ÖNCESİNDEN TANIDIĞIM TATSIZ BİR HERİFİN BİZLE BİRLİKTE ASKERLİK YAPTIĞI HABERİNİ ONA VERDİM. AKŞAM ONU BULACAK; HEYECANLI… BANA KİMİ PROJELERİMLE LEYLA ALATON’UN İLGİLENEBİLECEĞİ SANISINI, UMUDUNU VERDİ. DÖNÜŞTE BİR ONA ÇIKACAĞIM SANIRIM. KIŞLADA SERGİ AÇALIM MI DEDİK BİRBİRİMİZE. ŞİMDİLİK MAVRA AMA NEŞELİ, KEYİFLİ BİR ŞEYLER YAPILABİLİR.

ŞİMDİ AKLIMA GELDİ, SENİN MAHKEMEN NE OLDU ACABA?! ÜÇ KEZ KONUŞTUK VE BEN SORMADIM. YARIN ARAR ÖĞRENİRİM. İZMİR NASIL GEÇTİ? BELKİ YAZMIŞSINDIR GELMEYEN MEKTUBUNDA. NEDENSE O MEKTUBUN ELİME GEÇMEDEN BUNU YOLLAMAK İSTİYORUM.

YEŞİLİN HAKİ TONU BİZZAT ASKERLİĞİ RESMETMİYORSAM, RESMİME UZUN SÜRE GİRMEYECEK SANIRIM. BURALARDA DİNGİN, GENİŞ DÜŞÜNEBİLMEK MÜMKÜN OLABİLECEK SANIRDIM. YANILMIŞIM. YA DA HENÜZ ÖĞRENEN BENLİĞİM, BURADA SİSTEMLİ DÜŞÜNMENİN, HATTA BELKİ YAZMANIN, PROJE ÜRETMENİN “OLUŞ”U NASIL KURULUP, KORUNUP, YAŞATILABİLİR’İ DE ÖĞRENİR.

YAZDIKÇA, SENİN YANINA, İSTANBUL’A GELİP BU İKİ AYA KÜÇÜMSEYEREK BAKAN GÖZLERİME DÖNÜYORUM. BURAYA DAİR BUNCA SÖZÜ KALABALIK BULUYORUM. (ÇOK SESSİZ BURASI, KUŞ SESLERİ, ÇOK UZAK TAŞITLARIN SESİ, RÜZGAR VE GÜNEŞİN SIRTIMI ISITAN SICAĞI; KULAKLARIMIN ÜSTÜ KABUK BAĞLADI, TENİMİN GÜNEŞ GÖREN YERLERİ MARSIK GİBİ, KALAN HER YERİM NEFESSİZ BİR BEYAZ. İLK DUŞ ALTINA GİRDİĞİMDE BAĞIRDIM: “AMAN ALLAHIM, BENİM BEDENİM VARMIŞ, TENİM, TÜYLERİM; NASIL UNUTMUŞUM” DİYE.)

SUSTUM.
SEN GİRDİN İÇERİ.
YORGUNSUN. YERDEYİM.
BACAKLARIMI AÇTIM. SIRTINI DAYADIN BANA.
SARILDIM.
DUDAKLARINA DOKUNDUM.
SEN TENİMİ ARADIN.
DÖNDÜN.
NE KADAR SERİNSİN BİR BİLSEN.
DÜŞLERKEN ÇOK DAHA…

SEVGİMİ SU BİL
GECE BİL
GÖĞSÜNDEN AKAN
SES BİL.
-ONLA BÜYÜDÜ.-

HAKAN

58. TOP. ER. EĞT. TUG.
ORT. TOP. ER. EĞT. TAB.
1. BATARYA
BURDUR

kimden: zeynep yalçınkaya
başlık: hakan’ın aynaları
biçim: nesne heykel



kimden:
başlık:
biçim: ses; telesekrete bırakılan bağlama ile çalınmış ezgi

… – …

kimden: yıldız kumru
başlık: aynalarından biri
biçim: elektronik posta metni

İyi bir şair olduğu kadar
iyi bir dinleyicidir Hakan
Beyoğlu’ndaki akşamlarının çoğunu dinlenmeye susamış insanları dinleyerek geçirir o
ister tanıdık ister yabancı olsun
ister ilk defa tanışmış olsun onlarla, ya da bir daha hiç görüşmeyeceklerini bilsin, yine de dinler Hakan o insanları, can kulağıyla
tıpkı 18 yaşında Kudüs’te yaşayan Musevi bir kızla İstanbul’da onu bekleyen Müslüman çocuğun hıçkırarak anlattıkları yasak aşklarını dinlediği gibi…
İşte bu yüzden severim Hakan’ı
Kimsenin birbirini takmadığı şu dünyaya ödünç verecek bir kulağı olduğu için…

kimden: nadi güler
başlık:
biçim: fotografik görsel tasarım-kolaj

kimden: cevdet yüceer
başlık: “adı attila ilhan alıntısında gizli”
biçim: resim; 26×35 cm.; ahşap üzerine karışık malzeme

içerdiği metin:

bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır
ne yadsımaya dilim varır
ne düzeltmeye gücüm yeter.

Attila İlhan

kimden: esra erdoğan
başlık: hakan’a
biçim: dijital görsel tasarım

içerdiği metin:

Bir ayna da benden sana…

Aslında bendeki yansıman tam olarak bu değil… Çünkü seni hiç görmedim… Bu Net’te gördüğüm ilk resmin… O yüzden bende yer eden görüntün de bu… İlk başlarda, sanal alemden gelip bir sanat oyuna çağıran, cinsiyetini bile söylemeyen bir sanal varlıktın benim için… Sonraları ise, yoğun iş ortamında yaptığımız kısa sohbetlerle çoğunlukla yüzüme gülümseme getiren, bazen kıskandıran, bazen kızdıran birisi oldun… Gerek tepkilerinle, gerek kullandığın kelime ve işaretlerinle özel oldun her zaman… (:

Sohbetlerimizin devam etmesi dileğiyle…

Hoşçakal!

Eso

kimden: funda
başlık:
biçim: kolaj; tuval üzerine karışık malzeme

kimden: ali çelik
başlık:
biçim: resim; ahşap üzerine karışık malzeme

kimden: esra kurt
başlık: beyoğlu hayal kahvesi çıplak tuğla duvarının üzerindeki ayna ya da senin aynan, tarih 17 Ağustos 1998
biçim: elektronik posta metni

Bir grup kadın ertesi gün evlenecek arkadaşları için toplanmışlar, ellerinde beyaz bir gömlek (daha doğrusu müstakbel gelinin üzerinde) herkesten bir şeyler yazmalarını istiyorlar, Hakan Akçura gömleğe değil ama “Beyoğlu Sineması Yaz Şenliği 1” broşürünün arkasına şunları yazıyor:

esra’ya (yolunu yol kılacağı bir çokluk öncesi), sayıklama …

bir zaman en siyah derinliğinden ‘yırtılabilir’
olduğunda,
sırtının hissettiği ile gözlerin yol ayrımındaysa ve
‘olduğun gibi’ olmak dışında bir seçenek yoksa,
‘tutku’ o gözbebeğinin dolanıp da
gözlerinin rengini kendisi kıldığı gibi,
senin oldugu gibi, bir yabancıysa da, bunca yıla karşın

ama dostluk denen bir tür özel ısı benliğindeyse bir
dizi insanın, ve aynası, senin istemenden bağımsız
aynası, onlarsa bu hayatta bir kez daha …
bir eşik geçildiğinde geçilmiş demektir.
Erkek çoğu kez iktidar, çoğu kez yalan.
Eşik dönülebilendir; aşkın sözün, bir tür rengin olsa
da… ateş seninle olsun.

kimden: elif çelebi
başlık: aktığımız yerde
biçim: fotograf, kolaj ve ofset baskı yayın
(“Ankara’dan Genç Sanat 3”, s. 8-9, Ekim 2000, Onur Matbaacılık Ofset Ltd. Şti., 2000 adet basılmıştır.)


kimden: ali & nur ottoman
başlık: aynalar
biçim: elektronik posta metni

I used to live in a room full of mirrors,
All I could see was me,
I used to live in a room ful of mirrors,
All I could see was me,
One day I broke all those mirrors,
And the whole world was left for me to see.
And the whole world was left for me to see.

Jimi Hendrix

çevirisi:

Bir zamanlar aynalarla dolu bir odada yaşardım,
Tek görebildiğim bendim,
Bir zamanlar aynalarla dolu bir odada yaşardım,
Tek görebildiğim bendim,
Bir gün bu aynaların hepsini kırdım,
Ve tüm dünya gözlerimin önüne serildi.
Ve tüm dünya gözlerimin önüne serildi.

Jimi Hendrix

(çeviren: Orhan Cem Çetin)

kimden: mohaç yücel
başlık: ayna ayna
biçim: elektronik metin dosyası

Hayatını değiştirmeye korkmamanı öğütleyen bir şarkıyla, uzandım ben sana…
Ben söylüyordum o şarkıyı,
O şarkı ki, benim hayatımda büyük değişikliklere yol açtı…
O şarkı ki, senden öteye köprüler kurmamı sağladı…
O şarkı ki, uzun zamandır nefesim varmıyor söylemeye…

Uzun zamandır hayatımın nasıl değiştiğini anlatamaz oldum kendime…
Uzun zamandır, bu değişimden midir bilinmez,
Eskisi gibi şarkı söyleyemez oldum.

Belki sen hayatıma katmam gereken son Hakan’dın…
Zira senden sonra gelenler, hafızamda çok az yer buldular…

Pardon,
Yanıldım.
Seni de yanılttım.
Bir Hakan daha var.

Ama o tamamen bir istisna.
O da farklı.
O da “değişimi” sevenlerden.
O da özlediklerimden.
Onun da elleri benimkilerden büyük…
Aslına bakarsan seninle neredeyse aynı anatomiye sahip.

Bir başka Hakan da o.

Her neyse.
Bana göre,
Ayna tutmaktan öte bir şey benim şu an yaptığım.

Farkında mısın?

Veya,

Bir gün farkedecek misin acaba?

Evine geldiğimde,
Kendimi sana anımsattığımda,
Yaşadığın hayreti,
Yüzündeki o ifadeyi unutmadım hiç…

Unutmadığım bir şey daha var…

Yanlış benzinciye gitmen…
Ama olsun sonunda beraber döndük.

Ayna ayna söyle bana,
Ben, yosun gözlü ile evlenirken,
Olacak mı Akçura yanımda?
İlk seferde olduğu gibi,
Acaba sarılacak mı bana?

Mutlu olduğun sürece;
Sensin.
Sen olduğun sürece;
Mutlu kalacaksın.

kimden: yonca güzelpınar
başlık:
biçim: elektronik metin dosyası

..kasım bir, iki bin, londra
..
..yirmi üç yasındaydım.. beyoğlu sokaklarını ezberlemiştim çoktan.. intihar cümlelerini ilk ve son kez kurduğum günlerdi..
..tam-yarım yaşanmış tüm ilişkilerimin ortaklarından oluşmuş bir liste hazırlamıştım..
..o günlerde yakınımda duran birine verdim isimlerin yazılı olduğu kağıdı.. ve istedim ondan:
“ölürsem, çağır hepsini demgah’a, tanışsın tanış olmayanlar.. anlatsın bildikleri kadarıyla beni, diğerine.. belki, yarımlar tamamlanır..” diye..
..
..
..ölmedim
..
..belki de, aynı günlerde, aynı isimleri ben toplasaydım biraraya ve yüzleşseydim, sancılı günler daha çabuk geçerdi.. bilmiyorum.
..
..yaş, simdi otuz bir..
..
..beyoğlu’nun farklı noktalarında, kalabalığın arasında yasadığım “karşılaşmalar”dan biriydin..
..ayrıntılarınla tanımadım seni..
..gözlerimizin derinine bakmak hiç gerekmedi- ya da istemedik..
..beyoğlu’nu-sinema’yı paylaşmış insanlardan biri olmamızdı belki de, her karşılaşmamızda selamlaşıp, hal hatır sormamız..
..kaç kişiydik ki zaten?!
..herkes herkesin hakkında, “konuşmadan” fikir sahibiydi!
..
..beyoğlu ile arama “semtsel sınırlar” koyduğum yıllarda da sürdü seninle karşılaşmalarımız..
..ne tebessümün gülümsemeye dönüştü.. ne cümlelerin uzadı..
..ben, ne konuşkandım, ne de beyoğlu’nda kalacak..
..sen de devam ediyordun üretmeye.. ben de..
..ama “ne?” diye, hiç sormadık-bilmedik..
..
..hiç artı’mız olmadı.. eksi’miz de..
..
..iki bin bir’in ilk günlerinde orada olacağım.. ve sanırım yine karşılaşacağız bir gün, kalabalık şehr-i istanbul’un en kalabalık caddesinde..

kimden: alp berker
başlık: ayna ayna söyle bana
biçim: dijital görsel tasarım



kimden: mine
başlık: isimsiz ayna
biçim: elektronik metin dosyası

Bu bir mektup ; Sergilenebilir ama ayna olmayı başarabilir mi… Ve bu bir ayna ise ne kadar doğru gösterebilir ya da dünyadaki hangi ayna “en O’’ haliyle gösterir üstüne düşeni… belki tek bir anına, bende en çok kalmış anına dair olmalıdır sana yollayacağım ayna…

Böyle çocuksu bir merak mıdır? Kimde en çok ne oldum sorusu mudur aynalarını istemeye iten seni?

Biliyorum bunlar sana sorulmaması gereken sorular, ama geldiği yer sen olan sorular… Yanıtlar ise aynalarından sakladığın sende…

Kendimi birden ortasında bulduğum, -tembelliğimden değil!- ama, asla katılmayacağımı söylediğim bir oyunun bende yarattıkları bir yana, oyunun yaratıcısının ve oyunu izleyeceklerin gözünde beğenilme kaygısını nasıl yeneceğimi düşünürken; sergilenme iznini vererek gönüllü katıldığım noktada;

Sevgili (bu kadarı olsun su üstünde kalmalıdır) Hakan,

Somut uzaklıkların olduğu bir yerdeyim…

Karşı konulması zor, belki de bir noktada imkansız isteğinin daha bana ulaşmadığı yerde, çok başka yerlerden gelen merhabam nerede kaygısı ile duruyorum…

Merhabayı gönderen çağrı belli ki seslerimizi çok daha önce ve sessizce bırakmıştı bir yerlerimize. Tanıdık bildikti bir yerlerden de nereden olduğunu çıkartamamıştık.

Öyle bir yakınlık duygusuydu gelen ve aynaya düşen ilk renkti bu duygunun sarısı. –Benim sarım- Boyayabilseydim keşke..

Uykuya giderken ve uykudan dönerken hemen yanında asılı aynada her an sana değişen yansıman, üzerime düşen her yansımada da bana değişmeye devam ediyor..

İşte tam burada fark ettirdin sabitleyemeyeceğimi; akışı, renkleri… Su akmaktaydı ve anladım sürekli öğrencisi olacaktım aynacıların. Sır dökmekse zor sanattı…

Sorular çoğalttım tanımakla seni… Yanıtları var mı? Sende mi? Bilmiyorum?..

“Hissizliğe geçme ve hayatına neşeyi çağırma’’ (tümcesini öğrettiğin için teşekkür, ifade etme zorluğuma çare oldu ve tembelliğime) durumu gerçekten var mıdır? Ya da en ilkel güdümüz kendini korumanın ve istemediğimiz çağrılardan kaçmanın kolay yolu mudur? Ten teni çağırdığında, ruhun kaçmak istiyorsa kapısı mıdır bu tümce ruhunun?
Ve

Bu hakkı verdiğin için dile gelen tümcem için teşekkürler;

“Keşke tenimi çağırırken yolladığın gülümsemeleri, ruhun kaçarken de bırakabilseydin” 

Böyle mi hissettim- evet –

Dedim ya hangi ayna “en o’’ haliyle gösterebilir ki …

Bir gece sana aynandan yansıyan “salt huzur’’ bir öyküye bir resme, bir heykele, bir görüntüye ya da nesneye dönüştürülebilse kalır mıydı sende ve bende…

Dönüştürülemediği için mi sen dağıldın, ben korktum…

En gerçek tümcelerinden biriydi ve nereye gideceği belli olmayan yolculuğumuzun “erken durağında’’ ilk algıladığım sana dair gerçek; “izlemeyi severim ben, izlenmeyi değil’’. Senin de oyuncusu olabileceğin tek oyun muydu aşk… Bu yüzden mi artık sadece yaratıcısı olduğun, bir türlü katılmadığın oyunlar var?

İçimde açılan kapıların ilk çalanı, çocukken de zillere basıp gizlenir miydin kapısını çaldığın odalardan…

Oysa kahini olabilmiştin içimdeki tüm odaların… Senin içimde varolduğun yeri imgelemeye çalışırken gördüm ki, hayata karşı kıpırtısız halimi iteleyip harekete geçirecek kadar güçlüydü senden gelen bilgi… Dokun diye uzattığımı, hemen seçip tanımandandır, dokunduğun yeri güzelleyip çıkarmandandır güzel rüyalı sabahlara, kapanması bazı yaraların usulca ve sessizce…

Ne kadar gidebilirim dese de kalmak istediğine inandığım senin, yalnızlığının hüzünlü haliyle düştüğü aynan oldum. Sevinçli kılabilmek isterdim..

Yukarda yazdıklarım bir yana hepsini bırakıp şöyle almalıyım belki “aynamı istiyorum’’ çağrısını gerisine bakmadan hiç;

İstiyorsan buradayım, yaklaşmadan asla göremezsin, gelip almalısın!

Ya beğenmezsen aynandaki görüntüyü, yumruklayıp kırarsan ya!..

Kaçmalıyım hemen.

kimden: fatih özgüven
başlık:
biçim: elektronik posta metni

“HAKAN,NARSİSİZMNEREYEKADAR,YENİRMİ‚İÇİLİRMİ,BİRKISMINIKULLANIPGERİKALANIDASAKLAYABİLİRMİSİN,KIŞADAYAZADAYETERMİ,YOKSADOĞASIİTİBARİYLEHEMENTÜKETİLMESİGEREKENBİRBESİNMADDESİMİDİR?”

Hakan Akçura wrote:
bu mail “aynalarimi istiyorum” etkinligime henuz katilmamis olan”arkadaslarima”, “tanislarima” gonderiliyor: 23 gununuz kaldi! sevgiyle
hakan akcura

kimden: arzu aygen
başlık: hakcura
biçim: dijital görsel tasarım

kimden: elvan asarkaya
başlık: akçura
biçim: dijital görsel tasarım



kimden: murat duman
başlık: aynam
biçim: elektronik posta metni ve dijital resim

Hakan Hocamı 1999 başlarında sanal alemde tanıdım.
İçimde hep resim yapma isteği vardı ama nerden ve nasıl başlıyacağımı bilmiyordum.
Hakan hocamın önerdiği kitaplar, teknik ve taktiklerle resim yapmaya başladım.
Henüz yüzyüze gelmedik ama uzun zamandır süren sanal arkadaşlığımız halen devam etmekte.
Hocama çok teşekkür ediyorum ve herşeyin gönlünce olmasını diliyorum.
İlk yaptığım resmi de kendisine hediye ediyorum.

kimden: “kişinin kendisi”
başlık: kişi
biçim: elektronik posta metni ve dijital fotograf
(foto: ali arif ersen)

Tanınmayan kişinin aynası ancak onu çevreleyen ipuçlarını değerlendirerek oluşur…
Bu da her zaman doğru sonuca mı ulaştırır bilinmez.

kimden: berna yeşilyurt
başlık: kuzguna yavrusu…
biçim: elektronik posta metni

Annem, ben senin aynan nasıl olayım?
Sen bana bakıp, kendini göremezsin.
Benim sende gördüğümü görürsün.
Sende(n) gördüğüm, güven, şefkat, keyif, huzur, akıl….
Bana iyi gelen her şeyi ben sende gördüm.
Seni ne çok sevdiğimi de, ben sende gördüm.
Sen de “aynalarında” göreceksin, seni pek çok seveni.

kimden: elvan asarkaya
başlık: sen ve onlar
biçim: dijital görsel tasarım



kimden: “isimsiz”
başlık: fidye mektubu
biçim: oluklu mukavva üzerine karışık malzeme; kolaj

kimden: ali törün
başlık:
biçim: metin; mektup

9.11.2000

Sevgili Hakan,

“Aynalarımı İstiyorum” projeni ya da beni aynalarından biri olarak görmeni coşkuyla karşılıyorum. Ben de “Ah ne güzel, niye benim aklıma gelmedi,” diyenlerdenim. O yüzden bir aynanın iç çekişini yazarken sözcüklerim sen değil ben olacak diye korktum. Ancak kendi kendime dedim ki, hiçbir aynada tek bir görüntü yoktur.

Ah sevgili Hakan, elde avuçta kaç hakiki sözcük kaldı ki, yazacaklarım yalansız bir ayna olsun kalbimi kalbine yansıtan. Seninle paylaştığım o inanç üzerine kurulu hayatın aynası olabilmek, seni yansıtabilmek çok zor. Ne yazabilirim ki; “yukarıdan” gelenleri ileten inancıyla yaşayan o insanı mı görüntülemeliyim, yoksa senin için o dönemde iç dünyamın diliyle neler söylediklerimi mi? Herhalde ikincisini. Ancak o günlerde çok inandığımız bir şeyin çocukluğu o kadar egemendi ki ruhumuza, seni iç dünyamın diliyle çok az seslendirebildim. Neydi o dönemde bir insan için sorulan en sahici soru? Senin için iyi insan demişimdir çoğu zaman seni soranlara. Fakat bu yanıtın içinde bir insanı önce kafamızda sonra yüreğimizde tanımanın çarpıklığı da olsa gerek. O günlerde düş gören sözcüklerle konuşurduk. Seni o düşyıllarının büyüsü ile anlatmak isterdim. İstanbul’a gitmeden önce bizde kaldığın o iki gece neler konuşmamıştık diye düşünüyorum. “Aynalarımı İstiyorum” diye haykırdığın o karta bakarken üçüncü karedeki resminle sanki yine bize geldin, hüzünlü bir caz müziği gibi evimize misafir oldun. O iki gece boyunca konuştuklarımızın çoğu bildirilerde yazıldı. Konuşmadıklarımız, konuşamadıklarımız beni senin karşında gerçek bir ayna olmaktan alıkoyuyor.Tuhaf bir tesadüf, ayrılırken tahta bir cetvel unuttun bizim evde. Sanki “Ben bundan sonraki hayatımı ölçülerle yaşamak istemiyorum,” dercesine. Ve ne iyi ettin o cetveli unutmakla; sonra duydum ki, okudum ki beni düşyolarkadaşım bir kardelendi, “yitik kuşak” diyenlere inat. Ama biz hep o cetvelle hatırladık seni, o cetvelle anlattım çocuklara cetvelin sahibinin Che yüzlü bir çocuk olduğunu. Çocuklar hep o yorgun cetvelle sana ulaşmaya, seni tanımaya çalıştılar. Başarabildiklerini sanmıyorum. “Senin ressam olduğunu” söyledim, “ancak resimlerinde de ölçüyü kullanmıyordur herhalde,” dedim onlara.

Ah sevgili Hakan, biliyorum benden ayna olmamı, o gününden sözetmemi istiyorsun. Bense bugününe yöneldim, istemeden. “Anılar, anılar belki hepsi bir kelime.” Seni o düşgören sözcüklerden sadece biriyle anlatabilir miyim? Mümkün. O sözcüğü arayacağım düşyolarkadaşım, o sözcüğü arayacağım, sözcüğün düşünü yansıtabilen bir ayna oluncaya dek, arayacağım.

Ali Törün

kimden: meral kızılırmak
başlık: ayna
biçim: elektronik posta metni

çocuksu – olgun – sanatçı – yetişkin – yaratıcı – yürekli – sevecen – ciddi – coşkulu – sabırlı – sabırsız – kıpır kıpır – verici – alıcı – dağınık – toplu – renkli – sade – düz – içindeki çocuğu büyütmeyen – koşan – yorulan – tek yüzlü – duygulu – şair – konuşkan – suskun – sakin – etkileyen – etkilenen – seven – sevilen – dinleyen – sorgulayan – tutkulu – kararlı – üreten – tüketen – /çoğu erkeğin aksine aşık olunmayı ve sevilmeyi hakeden/ koca göbekli.
daha ne diyebilirim…
iyi ki aynaları yarattın. seni seviyorum

kimden: özge akın
başlık:
biçim: metin; mektup

31.10.2000/SL

Mutsuz olduğunu söylüyorsun. Nasıl mutsuz olunduğunu düşünüyorum. Nasıl mutsuz olduğumu eskiden. Mutsuz olmayı unutmuşum gibi geliyor bana. Mutlu olduğum için değil

Alex’ten mail var. İki dakika…
Çok ağır, iki dakikadan uzun süreceğe benzer. Ama ne fark eder ki; zaten birazdan çıkmam gerekiyor.

Ertelenenlere geri dönüş var mı? Neyi ertelediğine mi bağlı yoksa, ertelenenler de mutsuzluk faktörleri listesinde mi yer alıyor? Emin değilim. Göreceli de olabilir.

Bir iki gündür Paul Auster’in kitaplarından birini okuyorum: Leviathan. İşe öncelikle telaffuzuyla başladım. Nasıl telaffuz edilir diye düşünerek.

Her zamanki Paul Auster işte. Hoş ve rahat okunur bir hikayeleme yeteneği, karakterler pek değişmez, kendi hayatını kahramanlarından ayrı tutamaz ama gene de hoş bir hikayeyi yerleştirir. R. B. gibi değil yani. Olsun.
Kitabın başındayım henüz ama türlü hoşluklar var. Buna sonra devam etmeliyim. Büyü bozulacak mı acaba? Alex’in mailini de alamadım. Ama devam edeceğim.

17.50

01.11.2000/ÇRŞ

Bak dün yazamadım. Eve ayakta gitmek zorunda kaldım. Sonra da aikido. Fena değildi. Eve gittiğimde öyle yorgun, sinirli ve yalnız kalma ihtiyacıyla doluydum ki… Şeye dayanamıyorum: Hani sen sinirlisindir, hıncını çıkaracak birini arıyor ya da aranıyorsundur. Ama kimseyle konuşmak istemezsin. Ve sanki senle inatlaşırcasına herkes de senle konuşmaya çalışır. İçinden niye susmuyorlar, niye gelip benim bulunduğum odaya çöküyorlar diye düşünür durursun. Akşam öyleydi işte. Aikido dengeyi sağladı.

Auster’in yazdıklarından bahsediyordum. Bu kitaptaki Maria karakterinde hoşuma giden şeyler var. Sanat olsun diye başlamadığı şeylerin sanata dönüşmesi. Ama önemli olan bu değil. Hoşuma giden şey, tüm o tuhaf fikirler zinciri. Mesela sabah birinin peşine düşüp onu tüm gün fotoğraflayarak izlemesi… Yerde bir telefon defteri bulup, defterin içinde numaraları olan kişilerle ilişkiye geçerek, gene fotoğraflarını çekip defter sahibini tanıyıp bulmaya çalışmak gibi.

Basit fikirler gibi gözüküyor ama bana aklımın beni ne kadar sınırlandırdığını hatırlatıyor. Sadelikteki özgünlük hep çok büyüleyici.

Son zamanlarda kendimi sık sık eski sevgilimi düşünürken yakalıyorum. Gerçekten özlediğim için onu düşündüğümü sanmıyorum. Özlemeyi özlediğim için onu düşünüyorum sanırım. Ama bazen duygularım o kadar yoğunlaşıyor ki, ondan bir şekilde bir haber alacakmışım gibi hissediyorum. Düşündükçe geçirilen zamandaki yoğun mutluluk daha çok vuruyor. Sonradan hep iyi şeyler hatırlanır. Yaşadığım eziyetin izi kalmamış gibi.

Bak şimdi de seni televizyonda gördüğüm gün geldi aklıma. Nasıl olması gerektiğini bilmiyorum ama sesin olması gerektiği gibi değildi. Her seferinde farklı görünmeyi nasıl başarıyorsun?  Seni düşündüğümde ve görüntünü zihnimde somutlaştırdığımda, hep dumanlı, hep kaybolmuşluk hissi veren bir şeyler de oluyor ortaya çıkan resimde. Zihninin uyanık olduğunu düşünsem de gözlerinde hep öyle yitik bir şeyler varmış gibi. Belki de onun için sesini uyduramadım bu görüntüye. Ne garip tüm bunların yazarken ortaya çıkması… Böyle düşündüğümü bilmiyordum. Aslında tüm bunları söyleyebilmek için seni daha iyi tanımam, en azından belki de daha iyi gözlemlemiş olmam gerekir. Oysa ki yüzünü bile o kadar iyi tanımıyorum. Sadece sokakta rastladığımda sen olduğunu bilecek kadar.

Sen Galatasaray’da oturuyorsun. YKM’deki sergiyi görmüşsündür. Gezmedim ama camlara asılı kalmış tüm o dialar ve yansıyan renkler o kadar hoşuma gitti ki. Ne güzel ışıkları var.

Bak şimdi de Gönülçelen geldi aklıma… Niye acaba? Biraz geç okudum sanırım o kitabı, İngiltere’deyken. Catcher in the Rye… Küçük kırmızı kapaklı bir kitap. (Nar çiçeği rengini sever misin? Ben çok severim.) Okurken Türkçe’sini çok merak ettim; çünkü öyle güzel bir dili vardı ki! Büyüklüğe özenen bir çocuk dili, kullanılan argo kelimeler, o sevimli özentilik. Çok çok seviyorsun kitabı okurken.

Evde badana olacak. Temizlik günlerinden, badanadan nefret ediyorum. Kediliğim tutuyor, eşyaların yerinin değişmesi, o kabus dağınıklılık ve sanki tüm özelliğine saldırılmışlık duygusu.

Tarçın sever misin? Kokusunu, tadını? Beni kendimden geçiriyor. Tarçınlı muhallebi, tarçınlı sabunlar, tarçınlı vücut jeli.  Öff nerden geliyor bu tarçınlar aklıma bilmem şimdi.

Biraz hüzünlüyüm içten biliyor musun? Londra’da film festivali zamanı. Geçen sene bu zamanlar elimde kitap, tüm paramı British Film Institute’e yatırmakla meşguldüm. Bir senenin geçtiğine inanamıyorum. Yağmurlar yağıyor… Sular, sular…

Hele bir gün var, ilk o aklıma geliyor. Cumartesiydi. Ben çalışmadığım için hafta içi de filmlere gidebiliyordum. Ama Michael’ın vakti yoktu. Michael ordaki en yakın arkadaşım. Çok garip. Genelde en yakın arkadaşlarını lise ya da üniversite sıralarında tanırsın. Ardından tanıştıklarınsa çoğu zaman o kadar yakın olmaz. Ve ben Michael’sız bir hayat düşünmek istemiyorum. Etrafında olanları, insanların tuhaflıklarını asla kaçırmayan, ama yorum da yapmayan ve yargılamayan biri. Ona tonlarca şey anlattım. Onaylamayacağını bildiğim birçok şey vardı içinde. Ama her zaman dinlemesi ve yargılamaması ve anlamaya çalışması onda sevdiğim şeylerden sadece bazıları. Birlikte geçirdiğimiz her an zihnimde ve canlı. İlk babamın gittiği gece geliyor aklıma. Şimdi bile gözlerim yaşardı. Pişirdiği yemekler, konuştuğumuz her şey. Film festivalinde gördüğümüz kabus gibi bir Hint filmi, Ai no Corrida, kütüphanede bana “essay” yazmayı öğretişi… Birine bu kadar yakın hissedebileceğimi – varolan ve o denli yakın olan arkadaşlarımdan sonra – düşünmezdim. Konuştuğumuz zaman ikimizin de zamanın ne çabuk geçtiğine inanamadığımızı fark ediyorum. Bazen öyle bir an geliyor ki, yanımda sadece o olsun istiyorum. Bazen de sadece onunla paylaşabileceğim şeyler oluyor. Galiba onu gerçekten özlüyorum.

Londra’yla ilgili bir de ne var biliyor musun? Galiba ben başka bir ülkede yabancı olmayı sevdim. Tabii ülke Arabistan olsaydı o kadar sevmezdim herhalde. Her şeyin dışındaymışın gibi bir his veriyor. Dışardasın ve içeri seyrediyorsun. İyice hüzünlendim şimdi.

Ağlayacak gibi hissediyorum…

Neyse

11.11.2000

Son ve kısacık bir sayfa. Göndermeden önce eklemek istiyordum, vapurda yazacaktım, yazamadım.

Bu mor ya da eflatun ve turumcumsu (portakal rengi ve kavuniçi diyenlere dayanamıyorum) sarı renkli sayfalar son.

Tüm yazamadıklarım (yazmayı düşündüğüm zaman dilimi) için…

Sevgiler

p.s Geri kalanı temize çekemedim, temize çekmek çok sıkıcıymış. 🙂

kimden: şafak coşkun
başlık: bir not
biçim: elekronik posta metni

Sevgili Hakan,

Seni ilk tanıdığımda iki üç yaşlarında zeki, sevimli, cana yakın ve konuşkan bir çocuktun. Ailenle yakınlaşmamız ve yıllardır devam eden dostluğumuz da senin sayende başladı. Annenle her biraraya gelişimizde seni ve kardeşlerini tek tek sorar ve hakkınızdaki her şeyi öğrenmek isterim. Doğal olarak cok eskilere de döneriz sıkça. En çok da senin şu sorunu tatlı bir gülümsemeyle anarız: “Teyze, annem köfte mama pişirdi. Siz ne mama pişirdiniz?” diye bahçemize bakan arka balkonunuza çıkıp anneme bu soruyu yöneltir ve daha birçok konuda bıcır bıcır konuşurdun.

Daha ileriki yıllarda bizden uzak bir mahalleye taşındınız ama sizlerle ve özellikle annenle ilişkilerimiz hiç kopmadı. Tabii zamanı gelince siz üç kardeş birer birer kendi kanatlarınızla uçmak için yuvadan ayrıldınız. Aramızda yıllar ve uzaklık olmasına karşın seni hiç unutmadık ve seninle gurur duyuyoruz.

Yolun açık ve ideallerin gerçek olsun. Doğum gününü de kutlarım.

Kapı komşunuz-Şafak ablan

kimden: yeşim erim
başlık: hakan’a 1
biçim: elekronik metin dosyası

Sevgili Hakan

Seni çok sevdiğim zamanlar kendime senin yanında nasıl bir yer bulurum diye düşünmüştüm. Yıllar sonra bulduğum yer telefon sesinin üstünde. Sesimi duyduktan sonra canım nasılsın diyorsun, kendimi o iki kelimeden oluşan bir bulutun üstünde oturan bir kuş gibi hissediyorum. Kuş da bulut da o an mutlu, kuş da bulut da bir an sonra kalkıp gidebilir, uzaklara, dönmek ya da dönmemek üzere.

Sevgili bulut, bir dahaki buluşmamıza kadar kendine mukayyet ol.

kimden: nevin
başlık: yitik
biçim: elekronik posta metni

farkında bir daha “sorunsuz umut”u yaşayamayacak
coşkuları hep yarım kalacak
tamamlanmamış şiir gibi
eskimiş, unutulmuş devrimlerin
“dönüp bakılmayacak, bakılsa da görülmeyecek”
meydanlarda bırakılmış heykelleri gibi donuk
içinde bir kara delik
her şey eksik
düşünceler, sevişmeler, hüzünler, dostluklar
artık biliyor
volkanın ateşini bir bardak suyla söndüremeyecek
artık biliyor
ne fırçası, ne kalbi, ne ruhu
magmanın akışını durduramayacak
viyolonselin muhteşem hüznü
her nidada
mor, kurşuni bulutlar kapladı ufku
bir balık boğuldu suda

kimden: nevin
başlık: düşünen dizgi
biçim: elekronik posta metni

f.
….
……
……k
bir umut, ulaştı “Mundus”a
kapalıydı
v.
..
…….a

kimden: yıldız ertem şenyürekli
başlık:
biçim: metin; mektup

13.10.2000
Karşıyaka

Sevgili Hakan;

Ben Karşıyaka, Alaybey’den yan komşunuz Didar Hanım’ın kızı Yıldız ablan. Sana İngilizceyi, “sit down, stand up, open the door”ları öğretmeye başlayan abla öğretmenin.

Hayatımdan binlerce öğrenci geldi, geçti. Bende en çok iz bırakanlar “halk oyunları ekibi”mdeki öğrenciler ve sizin ailenin çocukları idi. Ben 16 yaşında lise öğrencisi iken, sen 4 yaşında, akıllı, cana yakın, sıcak, sevgi dolu, çevresini sürekli sorgulayan ve dikkatle izleyen bir çocuktun. Bizim evimiz bahçe içinde, tek katlı; sizinki de yan apartman… Bende en çok iz bırakan, her öğlen balkondan aşağı seslenerek, “Teyze, sizde ne mama var; bizde köfte mama var!” demendi. Okula başladığında öğrenme süratine hayran kalmıştım. Çok dikkatli ve tertipliydin. Sanırım bunda, can teyzem, Nazire annemin tertip düzeninin de payı vardı. Nazire annem diyorum, çünkü anne olmak için doğurmak şart değil. Bütün gençlik dönemimde, evlenirken ve sonrası, öz teyzelerin yapabileceğinden çok fazlasını yaptı annen. Bu vesileyle ona da şükranlarımı sunuyorum. Rahmetli babanla da çok güzel sohbetlerimiz olmuştu. Nur içinde yatsın! Sinema arkadaşım abin Gökhan, öğrencim, küçük ağbin Ayhan… Sizin aile benim için çok özeldi ve hep böyle kalacak. Hakan’cım başarılarını duydukça gururlanıyorum. “Bu çocuğun başarılı olacağı bebeklikten belliydi,” derken de, bebekliğini bizzat yaşadığım için çok mutlu oluyorum. Bütün içtenliğimle başarılarının devamını diliyorum. Sana mutlu, neşeli, sağlıklı günler dilerim.

Yıldız Ertem Şenyürekli

kimden: zaika güleç
başlık: merak etme hakan
biçim: elekronik posta metni

8 yaşına geri dönemiyorsan üzülme,
hala daha, yaşadıklarını paslanmış ama atmaya kıyamadığın gazoz kapakların gibi saklıyorsan ve onları arkadaşının parlak kapaklarından biri ile değiştirmiyorsan ama parlak kapağın olduğu zaman seviniyorsan;
oturduğun sofrada oyunun yemekten daha önemli olduğu günlerdeki gibi yemeğe değil konuşmaya bayılıyorsan, bu yüzden de yemeğin bir türlü bitmek bilmeyip, uzadıkça uzuyorsa;
aşkı, deli gibi koşarken düştüğünde dizinin acısı ve kanına rağmen üstünün tozunu ellerinle silkeleyip gene koşmaya devam olarak tanımlayabiliyorsan;
sevgiyi, oyundan bitap düşüp ter içinde eve geldiğinde sana sunulan bir bardak şerbet gibi algılayabiliyorsan;
dostluk, ateşlendiğinde alnında dolaşan anne eli gibiyse;
başarıların, gömleğini yırta yırta tırmandığın ağacın en büyük elmasını koparmakla eş değerde ise;
trafikte, uzaylılarla savaştığını hayal edebiliyorsan;
kredi kartın dedenin verdiği çeyreklik gibi sana güven veriyorsa;
kendine aşırıp arkadaşlarınla paylaştığın saatler, evden kaçırdığın sütü yavru kediye verdiğin gibi sana keyif veriyorsa;
sadece yüzün kırışacak, yüreğin değil…….

kimden: nuran nuhoğlu
başlık:
biçim: metin; bilgisayar çıktısı; görsel tasarım

içerdiği metin:

SEN!
HAYATIN ÜNİVERSİTE DÖNEMİNE DENK DÜŞEN ZAMAN DİLİMİNDE, TESADÜFEN KORİDOR GEÇİŞLERİNDE GÖRSEL HAFIZAMA İŞLEDİĞİM!
KIVIRCIK SAÇLARI SAKALLARINA KAVUŞMUŞ, O KARGAŞADA GÖZLERİNİ ALGILAYAMADIĞIM BİR SİLÜET İDİN BUGÜN KARŞILAŞTIĞIMIZDA TANIMADIĞIMDAN EMİN OLDUĞUM!
O GÜNLERİN BUGÜNLERİN AYNASI OLACAĞINI BİLMEDEN YAŞADIĞIMIZ GÖRÜNTÜLERİNİ HAFIZAM TASNİF EDİYOR ŞU ANDA…
NE ÇOK GÖRÜNTÜ VAR BELLEĞİMDE, BELKİ FARKINDA BİLE OLMADAN YAŞADIĞIM.

SEN!
AYNALARINI ARARKEN AYNA TUTTUN BANA BUGÜN!
TANIMADIĞIM, HATIRLAYAMADIĞIM SEN MİYDİN, YOKSA BEN Mİ UZAĞINA DÜŞMÜŞTÜM KENDİMİN!
DİBDİBE YAŞADIĞIMIZ İNSANLAR DAHA TANIDIK MIYDI ACABA?

SEN!
ZAMAN AYIRAMADIKLARIM OLDUN BUGÜN. SOLUK ALMAK İÇİN SU YÜZÜNE ÇIKMAK OLDUN SEN!
ARAMADIKLARIM, ARAŞAMADIKLARIM, SORULARIM, CEVAPSIZLIĞIM OLDUN SEN BUGÜN.

OYSA BEN,
SENİN HAFIZANDA TESADÜF ESERİ OLUŞMUŞ BİR GÖRÜNTÜ OLMAKTANSA
SENİ,
ŞÜKRANLA ANAN YA DA NEFRETLE ANAN,
SANA,
ACI VEREN YA DA DESTEK OLAN,
SENİNLE,
ÇATIŞAN YA DA PAYLAŞAN,
SENDEN,
NEFRET EDEN YA DA UMUTLANAN,
SENİN,
DİŞÇİN YA DA DÜŞMANIN,
AMA BİR ŞEYİN OLMAK İSTERDİM.
TESADÜF BELKİ, AMA YERİNİ BULMUŞ BİR FIRÇA DARBESİ OLDUM SENİN HAYAT RESMİNDE.
VE BU SERGİDE YERİMİ ALDIM.

ADI: NURAN
SOYADI: NUHOĞLU
MESLEĞİ: MİMAR
SENLE ALAKASI: KARŞILAŞMIŞ, KONUŞMAMIŞ,
KARŞILAŞMIŞ, TANIMAMIŞ,
KARŞILAŞIRSA TANIR.



kimden: şafak akçura
başlık: aynan
biçim: dijital görsel düzenleme, elektronik slayt

kimden: beral madra ve teoman madra
başlık: mesaj
biçim: metin, dijital görsel düzenleme, electronik canlandırma


çevirisi:

gördüğün dür/değildir baktığın dır/değildir gösterdiğin dir/değildir yansıttığın dır/değildir teşhir ettiğin dir/değildir sergilediğin dir/değildir seyrettiğin dir/değildir gözlediğin dir/değildir farkettiğin dir/değildir izlediğin dir/değildir sakındığın dır/değildir dikizlediğin dir/değildir yakaladığın dır/değildir keşfettiğin dir/değildir tanıdığın dır/değildir algıladığın dır/değildir mimlediğin dir/değildir didiklediğin dir/değildir not ettiğin dir değildir denetlediğin dir/değildir dikkate aldığın dır/değildir incelediğin dir/değildir gördüğümüz dür/değildir baktığımız dır/değildir gösterdiğimiz dir/değildir yansıttığımız dır/değildir teşhir ettiğimiz dir/değildir sergilediğimiz dir/değildir seyrettiğimiz dir/değildir gözlediğimiz dir/değildir farkettiğimiz dir/değildir izlediğimiz dir/değildir sakındığımız dır/değildir dikizlediğimiz dir/değildir yakaladığımız dır/değildir keşfettiğimiz dir/değildir tanıdığımız dır/değildir algıladığımız dır/değildir mimlediğimiz dir/değildir didiklediğimiz dir/değildir not ettiğimiz dir değildir denetlediğimiz dir/değildir dikkate aldığımız dır/değildir incelediğimiz dir/değildir gördükleri dir/değildir baktıkları dır/değildir gösterdikleri dir/değildir yansıttıkları dır/değildir teşhir ettikleri dir/değildir sergiledikleri dir/değildir seyrettikleri dir/değildir gözledikleri dir/değildir farkettikleri dir/değildir izledikleri dir/değildir sakındıkları dır/değildir dikizledikleri dir/değildir yakaladıkları dır/değildir keşfettikleri dir/değildir tanıdıkları dır/değildir algıladıkları dır/değildir mimledikleri dir/değildir didikledikleri dir/değildir not ettikleri dir değildir denetledikleri dir/değildir dikkate aldıkları dır/değildir inceledikleri dir/değildir


(çeviren: Orhan Cem Çetin)

kimden: mustafa pancar ve tina fischer (kavram: mustafa pancar, fotograflar: tina fischer)
başlık: büyü
biçim: fotografik düzenleme





kimden: tülin erkaya
başlık: aynan yaydığın ışıkta saklı
biçim: resim; assamblaj; kağıt üzerine karışık teknik (19 x 22.8 cm.)

kimden: melda bağdatlı
başlık: son model
biçim: elektronik metin dosyası

Son model

(Hepimiz) zamanda farklı bir hızla akıyorduk –yol alıyorduk. Birbirimizin yanından hızla geçiyorduk. Sesler bir uğultu gibiydi. Hızlının yavaşın yanından geçişi sersemleticiydi -özellikle yavaş olan için.

Sürtünmeyle arada sıkışan ve kayan hava üşütmüyordu, ürpertiyordu. Her şey başdöndürücü ve şeffaftı sanki.

Durup soru sormak, mola vermek gibiydi. Aynı hızda olan birinden iki dakikasını rica ediyordunuz. Sonra, pantalonunuzun düğmelerini veya ayakkabı bağlarınızı kontrol edip –bu “hızla” hiçbir şeyin aynı kalması mümkün değildi– yolunuza devam ediyordunuz; kayarak.. devinerek.. susarak.. sonsuz açlıkla seyrederek.. merak ederek.

Yanınızdan kayanların saçları savrulmaktan aşınmışsa da, farkedilmiyordu.

Ağır olanlar daha rahattı; kıyafetleri deforme olmuyordu, gözleri sulanmıyordu hızdan. Ama üşüyorlardı. Daha az şey görebiliyorlardı ve sıkılıyorlardı.

Sohbet edecek eşit hızda biri bulunamadığında ki bu sık oluyordu, konuşmayı unutma olasılığı vardı. Bir çeşit “sendrom”du bu. Araştırılıyordu.

Evrimin taşları yerli yerine oturmuştu hep. Hız şekillendirmişti (değiştirmişti) her şeyi. Enerji sadece bir gıdaydı.

Ayaklar bir tekerdi, kollar rüzgârlık… Kulaklar aerodinamik olmalıydı. Boş alanlar kısa süreli ihtiyaç giderme ve parketme yerleri…

(Hepimiz) güçlü ve kaslıydık. Öyle olmalıydık.

kimden: “azadi”
başlık:
biçim: elektronik metin dosyası

Merhaba…

Aynan olabilmek… Bu biraz zor belki… Yansımalar kelimelere tam aktarılır mı acaba, bilemiyorum ama aynan olmak istiyorum.

Seni ilk tanıdığım gün birbirimize hakaret etmek gibi bir zaafa düşmüştük… Karşımda; çok bilen, her şeyi yutmuş görünen ve bu bilmişlik çerçevesinde şakaya da toplumsal kriterler çerçevesinde bir sınır koyan bilmişliği ile aşmışlığı arasında belirgin farklar görülen bir hakan tanıdım. İlk tanışmamızda kavga ettiğimiz halde irc’deki yokluğunda gözlerim yolda kaldı… Kavga ettiğim insanın gelmesini bekler oldum… Geldiğinde moral buluyordum… Olur mu yaa; insan kavga ettiği biriyle karşılaşınca moral bulur mu? Ben buluyordum. Sonraları ilk tanışmamızdaki irc’nin nickler içindeki kayboluşumuzla şekilsel yaklaşım sonucu böyle bir kavgamızın oluştuğunu düşündüm… Aslında biz kavga edemezdik… Zaten bizimki de kavga sayılmazdı, en azından peşi sıra merhabalaşabiliyorduk.. 🙂

Sonraları tanıdığım hakan annemin hiçbir zaman bendeki önemini yitirmeyen bir sözün pratiğiyle karşıma çıktı. Annem -ki, okuma-yazması yoktu- derdi ki: “Bir insan sana hatalarını söylüyorsa bil ki o, senin gerçek dostundur.” Hakan 3 yıldır irc’deki tanışmışlıklarım arasında bana en sağlıklı ve ilk eleştiriyi getiren insandı… Ona teşekkürümü bir borç bilirim.

Bu sanat eserini yaratmaya adım attığını duyduğum gün; narsist bir yaklaşım olarak algıladım. İnsanların kendini duyma egosunun, tatmin boyutu yüksek bir potansiyel yakalayarak, giderme arzusunda olduğunu düşündüm. Bu aynı zamanda kişinin kendini yenileme ve deyim yerindeyse “erdemliliği” yakalama konumunu artırma girişimiydi. Sanırım olay ilk bakışta böyle görünse de (kendi açımdan), sonraları insanların her zaman başkalarından gizlemek istediği bazı özellikleriyle karşılaşacağı ve bunları sansürsüz olarak sergileyeceği düşünüldüğünde, karşında saygıyla
eğiliyorum, Hakan… Yaşadığımız toplumda ‘yapılamayan’ bir ilki gerçekleştirdin. Belki sayende insanlar o “insan” özelliklerini saklama gereği duymazlar.

TV’de gördüm seni… Verilen süreyi kullanmaktan başka bir şey düşünmüyordun. Haksızlık ettiler sana… Öyle gördüm. Yine de karşımda kendinden emin bir hakan vardı… Gülümsedim, bilmem gördün mü?.. :))

Dost olarak yansıdın, dost olarak kal, hoşça kal…

kimden: ebru göktürk akar
başlık: hakan
biçim: elektronik metin dosyası

Aynalı Hakan…

Aynaları kendimize tutmaktan sıkıldık ama bir başkasına ayna tutmak da ne kadar zor…

Ben an’ı getirenleri severim. Kızlarla toplandığımızda benim çoktan unuttuğum okul anılarını anlatmalarına bayılırım. Kötü hafızamdan utanır, aynı zamanı paylaştığım arkadaşıma minnet duyarım. Bir daha da unutmam hatırlatılalanları. An’ı paylaşmak kadar onu geri getirmek önemlidir hayatımda.

Sana paylaştığımız bir an’ı, anı olmamış an’ı yazabilmeyi isterdim. Seçemedim. Ama aynı kentin içinde aynı anlarda aynı an’ı paylaştık yüzlerce kez. Hiç sinemaya gitmedik birlikte mesela ama birçok filmi aynı salonda seyrettik sinema günlerinde bir kaç koltuk arayla.

Bir yerde buluşup içmedik ama aynı mekanda birçok kez biraraya geldik. Çok teğet geçtik, çok karşılaştık.

Aynı gazeteyi okuduk, aynı yolda yürüdük, aynı şeylere baktık, dansettik, dinledik ve izledik.

ICQ’ da konuştuğumuz anları, karşılaştığımız anları seviyorum. Kocaman gülmeni seviyorum. Projelerini seviyorum, yaptığın işlerin içimde yarattığı kıpırtıyı seviyorum.

Bu zamanı paylaştık, bu kenti de. Bu beni mutlu ediyor. Sana ayna tutamam ama aynadan yansıyan duruşunu sevdiğimi söyleyebilirim.

kimden: nazire akçura
başlık:
biçim: metin-ebru-fotograf
(2 parça)


1.

içerdiği metin:

Seninle,
konuşan, yiyen, içen, arkadaş olan, gülen, ağlayan, şarkı söyleyen, oyun oynayan, bezik oynayan, top oynayan, tiyatroya, sinemaya giden, gezen, kitap okuyan, yüzen, sandala, motora, trene binen, yazları tatile giden, iyi kötü günlerini, hüznünü, sevincini paylaşan…

Sana,
doğru yolu gösteren, yüzmeyi, yazı yazmayı, “li” yazmayı öğreten (Üç yaşında idin. bir gün yanıma gelip, li nasıl yazılır, diye sordun. Ne yapacaksın, dediğimde, A’yı biliyorum, li’yi de öğrenirsem Ali yazacağım da ondan, demiştin.), sana evlenmeden çocuk yapılıp yapılamayacağını öğreten (İlkokula yeni başlamış, okumayı sökmüştün. Bir gün bana, evlenmeden çocuk yapılıp yapılamayacağını sordun. Yakınlarımızda evlenmeler oluyor, bir zaman sonra doğal olarak çocukları oluyordu. Sen bunu gözlemlemişsin. O arada bir gazetede, bir sinema sanatçısına ait haberde “Evlenmek istemiyorum ama bir çocuğum olsun istiyorum,” diye okumuşsun. Ve yukarıdaki suali bana sordun. Nasıl bir cevap vereceğimi düşündüm önce. Sonra, tabii bir kadın ve bir erkek birlikte yaşarlarsa, evlenmemiş olsalar dahi çocukları olabilir, ama toplum o çocuğu kabul etmez, demiştim. O zaman sen, ha… piç diye ona mı derler, diye olaya noktayı koymuştun), bu ve bu gibi durumlarda arkadaş olan, dost olan, hastalanınca ilaç veren, soru soran, cevap veren, giysi, defter, kitap, kalem alan…

Senden,
sevgi alan, kitap alan, ders alan, hediye alan, güç alan, para alan, feyz alan…

Seni,
doğuran, doğururken ölümden dönen, emziren, altını değiştiren, soyan, yıkayan, giydiren, yatıran, üstünü örten, öpen, okşayan, okula yollayan, okul yollarını ezberleten, terlediğin zaman arkana bez koyan, terbiye eden, yanılıp kötü söz söylediğin zaman ikaz eden…

Beni,
hiç üzmeyen, düşünen, başkalarıyla paylaşamayan, paylaşan, dinleyen, yaşatmak isteyen, soran, merak eden, kollayan, hatırlayan, özleyen, hisseden, önemseyen, takdir eden…

Bana,
çalışmalarımda doğru yolu gösteren, her zaman sevgi ile yaklaşan, destek olan, sırdaş olan, güç veren, para veren, hediye veren…

Benimle,
dans eden, yemek yiyen, gezmeye giden, gülen, ağlayan, iyi kötü günlerini, sevdiklerini, sevmediklerini, hüznünü, sevgisini, yediğini, içtiğini, evini, dostlarını paylaşan…

Benden,
hiçbir şeyini esirgemeyen…

Benim,
canım ciğerim, göznurum, sırdaşım, arkadaşım, küçük oğlum, aynanı sana yoluyorum. Bundan sonraki hayatın aynaların pırıltısı içinde geçsin. Seninle dost olan, hemdert olan sevdiklerinle birlikte, başarılı, sevgi dolu, güzel günler yaşaman dileğiyle…


2.

içerdiği metin:

Seninle dansedenlerden biri.
17.6.1995

kimden: m. deniz üzel
başlık: benim aynalarım
biçim: elektronik posta metni ve şiir

BENİM AYNALARIM

Asla göstermezler gerçeği
Çünkü gerçekler acımasız,
Gerçekler bencil ve sevgisizdir…

Benim AYNALARIM,
Bakabiliyorsanız eğer yüzünüze
Sadece gözlerinizi ve
Gözbebeğinizdeki sevgileri gösterir…

Benim AYNALARIM,
Umudu, sevinci
Ve yarınlardaki hayallerinizi gösterir.
Eğer göremeyecekseniz bunları
Sakın dokunmayın Aynalarıma…

Benim AYNALARIM,
Renkli, küçük cam parçalarıyla çerçevelenmiş,
Sevgi ve umutla sırlanmıştır…

Benim AYNALARIM,
Sihirlidir.
Dünyada güzel olan ne varsa verir.
Eğer alabiliyorsanız bunları…

Benim AYNALARIM,
Gözlerinizde sizi sizinle buluşturur.
Bakabiliyorsanız eğer gözlerinize…

Benim AYNALARIM,
Çare, umut ve dirençtir!

Deniz ÜZEL

kimden:
başlık:
biçim: ses; telesekretere bırakılmış mesaj
(sanatçı bu mesajdaki sesin teknik olarak“kendisinin” olduğunu sanmaktadır ve buna karşın kendi telesekreterine hiçbir mesaj bırakmadığından emindir.)

ses çözümü:

Hakan merhaba. Benim ismim de Hakan Akçura! Görüşmek üzere…

kimden: bala
başlık: kısa-uzun yolculuk
biçim: dijital fotograf

kimden: nevin
başlık: 27 kasım
biçim: elektronik metin dosyası ve şiir
(yevgeni yevtuşenko)

Anne, kutlarım seni
oğlununun doğum günü için.
Yüreğin parçalanıyor ona.
Burada yatıyor, bak,
kazancı az, boyu uzun,
aptalca bir de evlenme yaptı üstelik,
gittikçe zayıflıyor, traş olmuyor.
İçin gidiyor, öyle değil mi?
Anne, kutlamam gerek seni
üzüntünün doğum günü için.
Senden aldı bu çağa kuşkusuz bağlanmayı,
toz kondurmaz çocuksu inancına,
İhtilal’e inancını senden aldı.
Zengin kılmadın onu, ünlü kılmadın,
tek üstünlüğü cesaretidir.
Aç pencerelerini onun ,
yapraklı dallardaki cıvıltılar
gözlerinden öperek uyandırsın oğlunu.
Defterlerini ver ona, mürekkep şişesini ver,
bir bardak süt içir ona,
sonra gidişini gözetle arkasından.

Yevgeni Yevtuşenko

kimden: filiz güngör
başlık: p.d.1’den p.d.2’ye
biçim: fotograf

kimden: günsel kaptan
başlık:
biçim: fotografik düzenleme; kolaj

kimden: filiz güngör
başlık: röntgenci’ye
biçim: fotografik düzenleme; kolaj

kimden:
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Götüne copu yeterince sokmadığımızdan götün kalkmış senin komünist piç! Tanrı Türk’ü korusun!

kimden: kubilay güner
başlık: sevgilerle 🙂
biçim: elektronik posta metni

Bazen öyle birisi çıkar ki karşınıza, öyle bir zamanda girer ki hayatınıza, daha önceki ilişkilerinizde yaşadıgınız tüm olumsuzlukları unutturur birden. Ne kadar korusanız da kendinizi bir kez daha acı çekmemek için, karşı koyamazsınız duygularınıza.

Çok fazla direnmez ve bütün kapılarınızı açarsınız ona. Ve hadi dersiniz ”Gel içeri, gel ve aşkın varlığını ispatla bana”.

Her şeye rağmen gerçekten sevmeye ve sevilmeye, aşkın varlığına tekrar inanabilmek için o kadar ihtiyacınız vardır ki.

Bu kez her şey çok güzel olacaktır. Beklediginiz insanın olduğuna emin olmasanız bile, öyle olmasını istediginiz için buna kendinizi inandırmışsınızdır bir kere. Tüm canayakınlığı, sempatisi, güzelliği ve sevgi dolu görünüşüyle gelir ve girer sevgiyle açtığınız kapıdan içeriye. Onunla yeniden her şey çok güzeldir işte. Sevdiğiniz zaman tam seversiniz çünkü siz. Sınır yoktur ve hiçbir zaman da olmamalıdır sizin sevginizin. Ya hep ya hiçtir felsefeniz. Ölmek var dönmek yoktur. Varoluşunuzun nedeni sevgidir. Hayatınıza girmesine izin verdikten sonra ondan başka hiç bir şey önemli degildir sizin için. Aşk kapınıza gelmiştir bir kez daha. Nereye giderseniz beraberinizde onu da götürür, gözlerinizi kapatınca onu görürsünüz. Öyle içten, yalansız ve çıkarsız sürüyordur ki ilişkiniz, bir gün bitebileceğini aklınıza bile getirmek istemezsiniz. Her şeyin çok güzel gitmesi, bir sonu olabilecegi gerçeğini değiştirmez yine de.

Sizin istediğiniz, aşkın varlığını ispatlamasıdır size. Ama onun amacı size aşkın varlığını ispat etmek değildir. Deneme yanılmayla kendisi için uygun insanı arıyordur aslında. Ve yanılmıştır yine. Aşk için seçtiği yol sizi inciten yanlış bir yoldur ama yanılmış olsa da iyi bir insandır. Sizi kırmadan uzaklaştırmak için kendisinden klasik ”kendinden soğutma” oyunları oynamaya başlar sonra. Bu oyunların sizde işe yaramayacağını anlayamayacak kadar az tanımıştır sizi. Siz bilmezsiniz o oyunları. Aşka en sahici yol olarak bakanlardansınızdır siz çünkü. Aşk varsa eğer gerçektir sizin için ya da hiç olmamıştır. Oyunları işe yaramayınca daha fazla dayanamaz ve “Hiç sevmedim seni, çok çalıştım ama beceremedim. Beni anla ve affet ne olur. Aslında ne kadar istesem de kimseyi sevemiyorum” der. Ya da ”Çok düşündüm, sen çok iyi bir insansın, inan seni üzmek istemiyorum. Hayatım çok karışık. Bunu hak etmiyorsun ama bu aralar kendimle bir savaş veriyorum ve bu savaşta yanımda olmanı istemiyorum” der. Siz onun için hayatınızı ve geleceğinizi sorgulamaya başladığınız sırada söyler bunu hem de. Sizin için ne kadar inandırıcı olmasa da söyledikleri, artık onu kaybetmişsinizdir bir kere, yapabileceginiz hiçbir şey yoktur. Aşk da mantık da yoktur sizin için, gurur da yoktur. Olmamalıdır da. Bu yüzden biraz daha gidersiniz üstüne son bir şans için. Hiç ummadığı bir anda karşısına çıkıp ”Seni hala seviyorum” diye bağırabilmek için geçtiği yerlerde beklersiniz. Ama göremezsiniz. Göremedikçe ona daha çok bağlanır, uzaklaştıkça daha çok yakınlaşırsınız ona. Ama bütün gemileri yakmıştır o artık. Önce beyinde bitirmiştir ilişkinizi, sonra da kalbinden çıkarıp atmıştır sizi.

Çok uzun değil, daha birkaç gün önce yüzündeki o küçük tebessümüyle sizi sevdiğini söylerken, gökyüzünden kendisi ve sizin için birer yıldız seçerek hayatınıza küçük anlamlar katan o güzel insan, hayatınızı bir kabusa dönüştürür aniden, birdenbire kapatır kalbinin kapılarını yasaklar kendini size. O acımasız yüzünü gösterir bir kez daha size hayatın. Ne olduğunu anlayamazsınız. Duvara çarpmışsınızdır. Kendinize güveniniz ve bütün güzel duygularınız birden bire altüst olmuştur.

Hatayı kendinizde aramaya başlarsınız yine. Öyle ya, eğer yanlış birşey yapılmışsa bunu hep kendinizde arayanlardansınızdır siz.

İyilik ve güzel şeyler için varsınızdır çünkü. Hatalarınızı sorgularsınız bu kez. O size ”suç sende değil, kendimle savaş veriyorum, hata bende” dese de bunu kabullenmez ve nerde yanlış yaptığınızı anlayabilmek için çırpınır durursunuz.

Sonunda yine bütün hatayı kendinize yüklersiniz. O yüzden her seferinde biraz daha dikkatle ve tereddütle başlarsınız yeni ilişkinize. Bir yanınızı hep korunaklı tutarsınız. Uzun süre açmazsınız kapınızı kimseye. Ve her seferinde daha zor açarsınız o kapıyı oradan içeri girmek isteyene… Ta ki seçilen yıldızlar artık görünmez olup da gökyüzünden size ve kendisine yeni yıldızlar seçecek başka bir SEVGİ DOLU insan hayatınıza girene dek…

kimden: gökhan akçura
başlık: “arzın merkezine seyahat”
biçim: radyo programı
(açık radyo, istanbul; 27 kasım 2000, saat 20:00-21:00; ekteki cd’de kayıtlıdır)

Aynalar – Gökhan Akçura
ve yayın akış metni


yayın akış metninin içeriği:

Arzın Merkezine Seyahat
Hazırlayan: Gökhan Akçura
27 Kasım 2000. Pazartesi. Saat 20.00-21.00
Konu: Aynalı Şarkılar

Zemin: Japan, “Nightporter.” (0.00-0.45) CD Gentlemen Take Polaroids

1. Kraftwerk, Spiegelsaal, LP Trans Europa Express

2. Poems For Laila, The Mirror 5.01 CD La Fillette Triste

3. Nico & Velvet Underground, I’ll Be Your Mirror 2.08 CD Nico & VU

4. Morphine, Like A Mirror 5:26 CD The Night

5. Peter Murphy, Mirror to my Woman’s Mind 5.34 CD Cascade

6. Van Der Graaf Generator, Mirror Images 5.47 CD Van Der Graaf Live

7. Joy Division, Something Must Break 2.40 LP Still

8. Talk Talk, Mirror Man 3.23 CD The Party’s Over

9. Violent Femmes, Mirror Mirror ( I see a damsel ) 4.30 CD New Times

10. Dali’s Car (Peter Murphy, Mick Karn) 1984, The Judgment is the Mirror 4.38, CD The Waking Hour

“Genç adam bir gün aynalı bir salona girer
Ve kendi yansımasını fark eder
En büyük yıldızlar bile
Fark ederler kendilerini aynada
Bazen kendi yüzünü görür
Bazen de tanımadığı bir yabancının
En büyük yıldızlar bile
Bulurlar yüzlerini aynada
Bazen kendi yansımasına tutulur
Ve sonra yine çarpık görür kendini
En büyük yıldızlar bile
Beğenmezler kendilerini aynada
Olmak istediği kişiyi yaratır
Ve yeni bir kişiliğe bürünür
En büyük yıldızlar bile
Değiştirirler kendilerini aynada
Sanatçı aynada yaşar
Kendi yankısıyla
En büyük yılıdızlar bile
Yaşarlar hayatlarını aynada
En büyük yıldızlar bile
Hazırlanırlar aynada
En büyük yıldızlar bile
Yaşarlar hayatlarını aynada”

İngilizce adıyla “Hall of Mirrors” ya da orijinal başlığıyla “Spiegelsaal”. Kraftwerk’i dinliyoruz:

1. Kraftwerk, Spiegelsaal, LP Trans Europa Express

Bugün 27 Kasım 2000. Canlı yayındayız. Arzın Merkezine Seyahat’i dinliyorsunuz. Efendim, konumuz beli oldu herhalde: Aynalar!
Aynalardan sözetmeye başlayınca, ister istemez nergis efsanesini başlangıç almak gerekiyor.
” Nergisin Grekçe adı Narkissos. Latincesi ise Narcissus. Çiçek olmadan önce nehir tanrısı Kephisos’un güzel mi güzel, yakışıklı mı yakışıklı oğlu imiş. Bundan ötürü de büyüklenir, ona âşık olanlarla alay edermiş. Bu kadar böbür cezasız kalmayacak elbet. Bu güzel delikanlı günün birinde durgun bir suyun aynasında kendi yüzünü görüp âşık olmuş. Gözünü sudan alamamış. Dış dünyadan kopup gitmiş. Kişiliği de adı da nergis dediğimiz çiçeğe geçmiş.”

Öyküyü aktaran Haldun Taner yorumunu da yapıyor. Şöyle:

“Narsis kompleksi az buçuk herkeste vardır. Öyle olmasa ayna sanayii bu kadar alır yürür mü idi? Mesele işin dozunda. Dozu aşan patolojik alana girer. Azı yararlı, çoğu ise zararlıdır.”
(Haldun Taner, “Nergislere Bakarken,” Koyma Akıl, Oyma Akıl , İst. 1985, s.159)

2. İkinci ayna şarkısı Poems For Laila’dan, The Mirror 5.01 CD La Fillette Triste

Nergis’in suda kendine aşık olması
belki de tüm aşkların anahtarını verir bize.

Melih Cevdet Anday, su başında kendini seyreden Nergis’e şöyle seslenir:
“Niye direniyorsun söylesene
Kaçıcı bir görüntü yakalamak için
Sen dönünce yok olacak sevdiğin
Seninle gelir, seninle gider gördüğün
Sen kendinsin arkasından koştuğun.”
(Melih Cevdet Anday, “Nergis ile Yankı,” Sözcükler, İst. 1978, s. 390)

Belki tüm aşklarda insan kendini arar.
İnsan aynasını arar sevdiğinde.
İnsan sevdiği kişiye aynası olmayı vaadeder.

Lou Reed şöyle yazmıştı yıllar önce:
“Aynan olacağım
Sen bilemediğin zaman, ben ne olduğunu yansıtacağım
Rüzgar olacağım, yağmur ve günbatımı
Kapındaki ışık, evde olduğunu gösteren.”

3. Nico & Velvet Underground, I’ll Be Your Mirror 2.08 CD Nico & VU

Octavia Paz nergis efsanesinden giderek başka bir doğruya daha varıyor. Şöyle diyor:
“Karşılıklı güvene dayanarak kurulan ilişkiler onurun yitirilmesine yol açar;
böyle bir ilişki, güvenen kişi kadar güvenilen kişi için de sakıncalı olur.”
ve şöyle devam ediyor,
” Kendisine aşık olan Nergiz gibi, kendi yansımamızı gördüğümüz havuzda boğulmamak için görüntüyü bozarız.”
(Octavia Paz, Yalnızlık Dolambacı, Çev. Bozkurt Güvenç, İst. 1978, s. 43)

Mark Sandman, şu Morphine’in geçen yıl ölüp giden solisti ise “Bir ayna gibi” başlıklı şarkısında şöyle diyordu.
“Bir ayna gibi, hiçbirşeyim.
Hiçbirşeyim. Sen bana bakana kadar hiçbirşeyim.”

4. Morphine, Like A Mirror 5:26 CD The Night

Şimdi de Peter Murphy aynayı sevgilisine tutuyor:
“Haklıydın
Orada değildim ben
Savaş başladı dediğin zaman
Bir bakışla senindim ben
Verdiğin şeyler
Aldığın şeyler
Görüyor musun
Gökyüzündeki o yıldızı?
Kadınımın bir aynası o
Bırak da ateşi içinde yanayım
Kadınımın zihninin aynasında”
(Peter Murphy)

5. Peter Murphy, Mirror to my Woman’s Mind 5.34 CD Cascade

Ve bir gün gelir, aynalarla hesaplaşmak zorunda kalırız.
Aynadaki kim? Biz miyiz gerçekten?
Bugün doğum günü kardeşim Hakan’ın… Ona bir selam yollayıp, bir şiirinden aktaralım:
“benzemez aksimiz kendimize, biz biliriz.
Bir yarım masanın aynasında hiç?”
(Hakan Akçura, Aksak Kuş, İst. 1996, s.67)

Sırada Peter Hammil’in yazdığı bir şarkı var:
“Ben ayna ve sen de suretiysen
Nerede o zaman ikisi arasındaki giz
Bu “ben”ler ve “sen”ler, ne kadar çok olabilir ki?
Bu aynadaki suretler
Kalmayacak, bu aynadaki suretler
Kayboluyor, bu aynadaki suretler
Yaramıyor işe. Bu aynadaki suretlerimde
Hiçbir giz yok.”

6. Van Der Graaf Generator, Mirror Images 5.47 CD Van Der Graaf Live

Konu ayna olunca, anılacak şair de çok! Asaf Halet Çelebi, A. H. Tanpınar başta. Ama Hilmi Yavuz’un Ayna Şiirleri’ni anmadan geçmek olmaz. Koca kitabı adamış “Ayna”ya:
“ve siyah… ayna düşer! Aynayla birlikte
herşey kırılır!
ne kalır geriye aynadan, söyle, ne kalır?
geriye kalan, âh, sadece yalnızlıklardır?

aynalarmış gibi yapan aynalar!..
sır biziz, aynalar sırrolacaklar?”
(Hilmi Yavuz, “Siyah Sonnet” Ayna Şiirleri, İst. 1992, s.16)

Joy Division da “bir şeylerin kırılması gerektiğini” anlattığı şarkısında, şöyle diyor:
“Yıpranmak ve seçmek hangi yoldan gidileceğini
Karar ver benim adıma, lütfen bileyim
Aynaya baktım
ve gördüm ki hatalıyım
Dönebilseydim keşke geriye – ait olduğum yere”

7. Joy Division, Something Must Break 2.40 LP Still

Enis Batur bakın nasıl anlatıyor aynasız yaşayamıyacağımızı:
“Önce banyoda karşılar bizi: Yüzümüzü yıkarken, dişimizi fırçalarken ilk görüntümüzü tartarız; mahmur, şiş bir suratı güne hazırlamak gerekir.
Sonra giyim-kuşam töreni başlar: Tuvalet aynasıyla boy aynası arası,
yüzün ve gövdenin ayarı kurulur. Sokağa çıkmadan, vestiyerin yanı başındaki
bir aynada son rötüşlar yapılır.
Günboyu nereye gitsek bizi izleyen aynalar, arada dağılmayı önler.
Asansörde bile karşılaşırız onlarla. İşyerinin tuvaletinde,
öğlen yemeğinde uğradığımız küçük lokantanın boydan boya duvarlarında
kendimizi hatırlamamızı sağlar o sıılı dünya.
Öylesine varlığına alıştırmıştır ki bizi, yokluğunda onu yaratırız:
Takside şoförün dikiz aynası; yürürken vitrinlerin koyu bölgeleri rahatlatır hepimizi: İşte hâlâ “var”ızdır.”

Talk Talk’un “Mirror Man” adlı parçasından aktarıyorum:
“Bugün çıktık sokağa
Gösteriş yapmaya
Modaya son derece uyumluyuz
Ve gülüyor o da, çünkü görünüşümüz
Birbirinin aynı ve uymuşuz kurallara

Zamanımın her anı
Kontrol ediyorum üstümü başımı
Vakit kaybetmeden tanıyacağım kendimi
Ayna adam”

8. Talk Talk, Mirror Man 3.23 CD The Party’s Over

Olay gelip “ayna ayna güzel ayna” sorusuna kadar dayanıyor.

Violent Femmes’in “Ayna ayna” parçasının sözlerine bakalım birlikte:

“Genç bir kız görüyorum
Tehlike ve ızdırap içinde
Görüyorum ki o güzel
Genç bir kız görüyorum ben
Kirli bir elbise giymiş
Görüyorum ki o güzel
Ayna duvardaki ayna
Hangisi daha zarif, söyle bana

Şişman bir bayan görüyorum
Saçları karmakarışık
Görüyorum ki o güzel
Gururlu bir kız görüyorum ben
Sanırım hamile de
Görüyorum ki o güzel
Ayna, duvardaki ayna
Hangisi daha zarif, söyle bana”

9. Violent Femmes, Mirror Mirror ( I see a damsel ) 4.30 CD New Times

Ayna şarkıları programımızdaki şarkı sözlerinin çevirmeni Hilmi Tezgör.

10. Dali’s Car (Peter Murphy, Mick Karn) 1984, The Judgment is the Mirror 4.38, CD The Waking Hour

Son şarkı. Dali’s Car’dan. The Judgement is the mirror.
Son söz ise John Berger’a ait:

“Geride bırakılan
ayna ve camlarda kalan gözlerimiz
yatak ucundaki halıda
ayak izlerimizdir,
duvar sıvasında kalan
sırtlarımız,
eşiklerinde salınan kapılardır.
Kapı ardımızdan kapanır
ve döner tren tekerleri.”
(John Berger, “Ayrılık,” Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, İst. 1988 (2.B.) s. 88)

kimden:
başlık: ayna
biçim: ses; ses bantına kaydedilmiş şarkı



kimden: funda günay
başlık: iyi ol
biçim: elektronik posta metni

18.04.1999 16:04
simenon:

heheheehehe…şiddetle tepki gösterir ve de daha nasik olmanı reca ederim…..
hatta teesüf eder saygılarımı da sunarım….
(ay bugün acaip sevgi doluyum!!! bağırasım falan var vallahi)

18.04.1999 16:05
invertebrate:

bağır

muck :;;;;;

kimden: funda günay
başlık: düşünen adam
biçim: taranmış
özgün resimden elde edilen dijital fotograf


kimden: ömer yavuz
başlık: hakan
biçim: dijital fotograf

kimden: tayfun akkuş
başlık: ha ve ta
biçim: elektronik posta metni

Bu satırların yazarı bu satırlarda betimlenen “nesne”yi yıllar önce tanımaya başladı.

Pek çok erkeğin dostluğunun başlangıcı birbirine benzer: Kız arkadaşının en yakın kız arkadaşının çevresindeki erkek, seninle aynı cinstendir. Eh kadın da şeytan olduğuna göre… demeyeceğim bu kez. Kadınların ikisi de pırlanta gibi ve değerli olduğundan başka türlü bir yakınlaşma ve karşılıklı kredileme söz konusu oldu.

Benzer mekanlarda karşılaşmalar yıllar öncesinin rastlantıdan ibaret tanışmasını güdükleştirmedi bu kez. Çünkü Hakan has bir adam. O bir yaşam profesyoneli değil. Abisi gibi kibirli de değil. Son derece ilgili, nazik, duygulu ve yetkin…

Habitat’ta sergi açmış mesela. Gidiyorsun, seni misafiri gibi ağırlıyo.
Sonraki konseri birlikte izliyosun… Yolda karşılaşıyosun yeni telefonunu veriyo, seninkini güncelliyo.
İşi gücü bırakıp Hayal’de çalıyorsun. Bakıyosun Hakan gelmiş gülümsüyo…
Ara verince “Sen iyisin ama yanındakiler hiç eğlenmiyolar. Çalma bunlarla sen!” diyo rappadanak. Terkediyosun grubu…

Yanında her zaman farklı bi kız. Hep hoş, hep gülümseyen kızlar… Senin yanındaki kızlar da hep farklı. Erkeklik yaman zenaat!

Bişeyler üretip duruyo, yarısını anlamıyosun. Ne iş yaptığını soruyo.
Anlatıyosun, o da yarısını falan anlamıyo. 🙂

HA çocuk gibi adam… Bakıyosun TA da öyle. HA daha iyi bi yazıyı hakeder ama TA gerçekten öyle yoğun ki! Dünyanın ilk multi access portalini tasarlıyo arkadaşlarıyla. Bi yandan küpünü dolduruyo, ertelediği müzikal kaygılarını “hala” görmezden gelerek.

Sevgilerimle Hakan’cım!

kimden: s. a.
başlık:
biçim: hazır nesne
(mudoconcept’ten ayna)

s

kimden:
başlık:
biçim: müdahale edilmiş dijital fotoğraf; fotomontaj

kimden: ali hikmet yavuz
başlık: dışbükey
biçim: dijital görsel tasarım

içerdiği şiir:

XII.

nedense bu her aynaya bakışım

ezilmiş bir köpeğe bakmak gibi

yol kenarında.

kendimi görmek için artık

kırmalıyım aynayı

her yerinden kan akıtarak!

ali hikmet (şeytan uçurtması,2000)

içerdiği dergi kapağındaki yazılar:

HAKAN

MAGAZİN

Bedelsizdir

Aralık 3000 Sayı: 0

Kışkırtıcı detay

AYNA

AYNASIZ GÜZELLİK

Yeni binyılın yöntemleri

AYNA SEÇENEKLERİ

Alternatif aynalar, çılgın fikirler…

Hakan’dan erkekçe bir soru

Mete ve Ali’den cesur bir yanıt…

kimden: “carmen”
başlık:
biçim: metin; kağıt üzerine yazılı not-mektup

6.12.2000

Beni kendime dokundurtan, düşündürten, beni benle yüzleştiren, yokluğunda eksikliğini hissetmediğim; varoluşuyla gurur duyan, güçlü ve bu gücünün beraberinde kendine güvenen, sıradanlıkları bir kenara itmeye çalışan (ama yine de her seferinde karşısına problem olarak çıkan), evini seven, kadınları ve seksi de çok seven, sevgisini teninde hissedebildiğim, yakışıklı ve çoğu erkeğin sahip olamadığı güzel bir popoya sahip (bu kısmı yayınlar mısın bilmem ) bir… bir… (Tek kelimeyle finali yapamayacak kadar özel ve güzelsin!)

HOŞ KAL!..

Carmen


kimden: “sairose camelot”
başlık: odalara giriş
biçim: resim; kağıt üzerine pastel



kimden: yalçın kümeli
başlık: al sana bir ayna da benden
biçim: elektronik posta metni

Belki biliyorsun ki, kendisine bakışıdır en zor olanı insanın. O bakışa ve kendisini görebilme cesaretine sahip olan güçlenir bu cesaretleri ile ve zamanla… Ama bunun için başkalarının yardımını istemek kendine bakmaya hala cesaret edememenin bir göstergesidir bence. Çünkü mümkün değil kendisinden başka birinin insanın kendisini görebilmesi. Bunun bir sanat işi olarak kullanmak fikri ise ilk bakışta orijinal ve günü tam da paçasından yakalıyor gibi gözükse de, isteğinin özü düşünüldükte bu “iş”in çok da değerli olmaması sonucunu çıkarıyor.

Zayıftır bu bakışa cesaret edemeyenler ve maalesef öyle de kalacaklardır ölünceye kadar. Güçlü olunmaz, doğulur… maalesef.

Gerçeği…yalnızca gerçeği ve üzgünüm ki tek gerçeği hatırlattığım için özür dilerim… :=)

kimden: ahmet kırkavak
başlık: üç ayna
biçim: bilgisayar çıktısı-fotokopi metin-notasyon, fotografik düzenleme, müdahale edilmiş hazır nesne.

Hakancığım Akçura,

Sana üç tane ayna gönderiyorum.

Birincisi gerçek ayna. Kim bakarsa baksın seni gösteren ayna.

İkincisi tam bir “tuhaf ama gerçek” öyküsü. Sessiz bir Polonya filminin gösteriminden sonra, sinema çıkışındaki çöp tenekesinin yanında bulduğum kopuk film karelerini çalışma odamda uzun süre dekorasyon malzemesi olarak kullandım. Bir gün fotografçı arkadaşım bir karenin baskısını yaptı. Binlerce figüranın rol aldığı çok güzel bir panoramik savaş görüntüsüydü. Yıllarca “Orkestra Provası” filminin afişiyle yan yana duvarımı süsledi. Ara sıra karşısına geçer, ayrıntılara bakarak kafamdaki düşünceleri dağıtırdım. Bir gün, savaşı uzak tepeden seyreden bir grup komutan dikkatimi çekti. Fotografı fotokopide defalarca büyüttüm. Elde ettiğim “savaşı seyreden komutanlar” fotografındaki bir kişinin defalarca büyütülmüş fotokopisini ikinci ayna olarak gönderiyorum. Aynadaki görüntünle benzeşmeye dikkatini çekerim. O bir “Prusya Generali”.

Üçüncü aynan senin bir düşünden ve filminden bir ayrıntı. Bir senaryomda kullandığım için defalarca kurgulanmış ve aslında 1955 yılında Macaristan’da oynanmış bir satranç oyunu.

“ e4 e5
d4 e x d4
V x d4 A c6
V e3 A f6
A c3 F b4
F d2 O – O
O – O – O K e8
F c4 d6
f3 A e5
F d3 F e6
g4 A c4
F x c4 F x c4
g5 F c5
V f4 A d7
h4 b5
b3 F a3
Ş b1 K b8
h5 V e7
A h3 b4
g6 f x g6
h x g6 h6
A f2 K f8
V g3 b x c3
F x h6 Fx b3
a x b3 V e5
V h3 K x b3
Ş a2 K b2
Ş a1 K b6
F e3 F b2
Ş b1 F c1
Ş x c1 K b1
Ş x b1 V b5
Ş c1 V b2
MAT “

Zamanın sisi içinden bu aynaları toplayabildim.

Sevgiler

Ahmet

kimden: balkan naci islimyeli
başlık: kan
biçim: bilgisayar çıktısı metin, şiir

Hakan Akçura için. Dostlukla.

Kan

Bazen
Gece uyanıkken, uykuda
Bir ıslaklık duyarım koynumda
İçine çekildiğim o koyu kırmızıda
Yaslı bir nem yeşillenir zamanla…

Ve ben,
Bileklerime bakarım…

Boşalır öykülerden,
Boşalır öfkelerden,
Boşalır kıyımlardan,
Boşalır ormanlardan,
Boşalır kentlerden,
Ve erkeklerden,
Boşalır kan…

Ve ben,
Bileklerime bakarım…

Hiçbir şey yeşermez suladığı yerde,
Ne sunakta ne sokakta ne de
Derin toprakta…
Buharlaşır, bulaşır çok eski bir lanetle,
Buharlaşır, bulaşır her şeye…
Göllenir, kararır ve donar içinde suçların…

Ve ben,
Bileklerime bakarım…

Kadınsa onu yeni bir yaşama saklar,
Nasılsa yanındadır uzaklar,
Büyütür ve yürütür hayatı adım adım.

Ve ben,
Bileklerime bakarım…

kimden: nevin
başlık: meydanlara inmek
biçim: elektronik posta metni

Havada hüzün
duvarda kan
gönülde yas var
Sessiz çığlıklar
tırmalıyor kulakları
Yüzler asık
dişler kenetli
acı bir suskunluk
Özenle, heyecanla hazırlandı
buluşmak için insanlarla
Saat mi erken,
yürekler mi kaldırmıyor ziyareti
Nerdeler?
Konuşmak
anlaşmak
anlatmak istiyor
Neden ÖLÜME YATILDIĞINI
Gerilla kesimli siyah pantalonu
rahat giysisi ile hazır
her şeye
Ha.. deseler
saf saf toplanan yığınların önünde
kapılarını kırarak tüm tabutlukların
özgürlüğe koşacak
Resmi soytarılar
salonlarda şarkılar dinlerken
inliyordu meydanlar
Buluşmak istiyordu yığınlarla
Konuşmak
anlaşmak
anlatmak istiyordu
Sarı Asyayı
kara Afrikayı
kıvrak Amerikayı
yaşlı Avrupayı
Anlatmak istiyordu
karanlık ve ölümden doğduğunu sevginin
ve silip kör karanlığı ışığı yarattığını
Azıya alan kısrağa
ne kadar gem vurulabilirse
ancak o kadar sığabilirdi labirente
Oyunun neresinde
rolü mü yanlış
Yarın gene gelecek
öbür gün de
daha sonra da
Yüzünde aydınlık inanç
gözlerinde pırıltı sönmeyecek
Umudu yitecek biraz daha
her gün biraz daha
biraz daha

kimden:
başlık:
biçim: ses; telesekretere bırakılan mesaj

ses çözümü:

bu konuşma 7 eylül 2000 tarihinde haberdar edildiğim 27 kasım 2000 tarihli çalışma için 13 aralık 2000 tarihinde ikinci kez konuşulmuştur:

ne kadar canlı varsa yaşamda en az o kadar durumdan
ne kadar fikir varsa ulaşılabilecek en az o kadar özgür ifadeden sözedilebilir

iyi günler

kimden: serpil öztaş
başlık: ayna mı dedin?
biçim: elektronik posta metni

SANIYORUM GECİKTİM. AMA BENİM YETİŞME İSTEĞİM DE YOK.
Yazmaya devam ettiğim “madam’la konuşmalar”dan senin de okumanı
istediğim alan, bölge…
KESİŞİR MİYİZ BİLMİYORUM.

Sevişmeye hayır dedim o gece. Üstelik telefonun diğer ucundaki
sessizliğe aldırış etmeden, üstelik alaycı ses tonumla…

-AYNA dükkanları demek bir zamanlar adım başıydı. şimdi kalmadı
haklısınız madam!
-………

(Benim ilk adımlarımda vardılar. Önlerine kurumuş karanfiller koyar
ve soyunmaya başlardım. İlk tanığımdılar çünkü çok iyi SIR saklar
AYNALAR. O ANIN DIŞINDA BİR DAHA GERİ ASLA VERMEYEN, DÖNÜŞÜMSÜZ…
DUVAR DETAYLARI BÜTÜNLEŞİRDİ GÖZÜMDE KARANFİLİN RENKLERİYLE.
ARDINDAN KOKUSU UZUN SÜRE GİTMEYEN GÖĞÜS UÇLARIM; ANILARIMDAN,
AYNANIN ŞİMDİYE SAKLADIKLARINDAN ,
SADECE VE SADECE BANA……….)

kimden: “çivit”
başlık: mor
biçim: elektronik posta metni

yüreğimin fırlayıp, bulamayacağım bir yerlere düşecekmiş gibi çarpmaya başladığı o andan, o an üstüne basmakta olduğum taştan başlayıp, demir kapıyı, üstten ikinci zili, mermer merdivenleri, ilk kapıyı, ikinci kapıyı, önü ayakkabı kalabalığı doluşmuş diğer kapıyı, kapı önlerindeki kübik desenleri, indiğini bildiren ayak seslerini, senin ardında yaşadığın kapıyı, kapının ardını, ayakkabı çıkartılan yeri, montumu üstüne koyduğum iskemleyi,
“merhaba ben Hakan”ı,
“ben de o, …”yı,
yüreğimin kanatlarını zaptetmeye çalışırken sana söylediğim ilk cümleleri,
ilk dokunuşu,
en çok yaşanan yerlerden biri olan büyük odada, sağda, sehpa ile koltuk arasında kalan, kimi parçaları kullanılmaktan hırpalanmış, ilk oturduğum minderi,
“işte o balkon” diye içimden geçirdiğim balkonu, bizden dışarıda tutan, mor duvaklı kapıyı,
o kapıyı arkana alıp, oturacağın iskemlenin yanında durup, yerimi işaret eden kahvaltı davetini,
ilk yudum çayı, teneke şekerliği, beyaz peyniri, incir reçelini, incir soyan çingeneler sohbetini, zeytini, tabağıma alıp, kesmeye çalıştığım domatesi,
(kekik de vardı üstünde),
koridorun, bizden öteye sonunda “sağa” dediğin halde aksi yöne döndüğümde
karşıma çıkan duvarı,
çay süzgecini,
sarı battaniyeyi,
uyumaya çalıştığım yeşil kanepenin aynı renk yastığını,
uyuyamayışımı,
(ama) dinlenişimi,
gazete hışırtısını,
ne idüğü bellisiz şımarmışlığımı,
sanki bin yıldır orda mıydım mışlığımı,
hayır ben rüya görüyorum muşluğumu,
capacanlı bir rüyayı,

klozeti,
arkasındaki neden kırılmış acabaları,
kullanılmayan lavaboyu, içindeki dergileri, tuvalet kağıdını, çöp kovasını, kullanılan lavaboyu, beyaz sabunu, aynayı, sana sormadan kullandığım uzun dişli tarağı,
çok kullanıp, bir ucunu sırılsıklam ettiğim mor havluyu,

yasaklı olduğu için sadece kara çöp torbasının asılı olduğu yeri keşfettiğim mutfağı :),

sırasını belki çok sonra bulacağım konuşmaların yapıştığı, yok olduğu, emildiği su almış tavanın dikine duvarını, kıvırcık beton çivilerini,

beyaz cam küllükleri,
çantama tıkıştırdığım kullanılmış mendilleri,

yeşil başörtülü, aşkın göz yaşlarına ışık sunan pencereyi,
lodosu,
lodosu seyre durduğumuz, çıktığımız kuleyi, ışıklı pencereleri, siluetleri parmak dörtgenlerimize almayı öğrendiğim/öğrettiğin balkonu,

kendimi temizlediğim, içimden yukarı çıkan halkaları,
Aydın’ın tutsak edildiği sargı bezlerinin yanık kokusunu, saman balyalarını, benim çimenlerimi,

tenini, terini, kokunu, dilini, dişini, saçını, nefesini,
doğmayan, bu yüzden ölmeyecek, kimliksiz, işaret edilip gösterilemeyecek, arandığında bulunamayacak, bizim bile olmayacak, kimseye gidemeyecek gidecek yeri olmayacak, geri gelemeyecek, dönecek yeri olmayacak sevişmeyi,

karelerine yakalandığım, senle dilsiz konuştuğum, her bir dokunuşu arsız, edepsiz, aç gözlü bir sünger gibi emdiğim filmi,

ıslak sokağı,
laz diil Rizeli bakkalın köşesini,
taksiyi, Gümüşsuyu’nu,
yere attığım izmariti,
bir kez daha öp/ül/müşlüğümü,

(niye el sallanır bilmem)

beni alıp götürüyo diye (sanki o istedi) öfkelendiğim otobüsün içinde,
çivit mavisi bir bohçaya sardım.

Aksak Kuş’u çıkardım, el yazını okudum,
kırık da şeffaftır Hakan dedim sana, bilmem duydun mu?
Oyunumu oynadım, 53.sayfanın içine biletimi sakladım.

o çivit mavisinin içinde, o koyulukta, o mavide uykuya daldım, o mavide uyandım

gökyüzü dersler verircesine o maviyi seyreltti, mor etti, biraz daha seyreltti, Tanrı aşkına… dil alışkanlığı işte… benim aşkıma… ne aşkı? Bilmiyorum bi şeyin aşkına işte biraz, cık kadar kırmızı koy dedim, dinlemedi. Mor seyrelip seyrelip gri bile değil kurşuni bir ülkede, geri dönmemecesine kaldı.
Ankara’da yağmur var.
Yürüdüm. Yüzümü, saçlarımı ıslattım.
Evin kilidi, bildiğim, alıştığım bir kokuya, beni bekleyen bir sese açıldı.
Kediyi besledim.
sigaramı, küllüğümü,çakmağımı aldım. Deniz kabuğum sağlam. Küçük tahta
gemi “Aksak Kuş”un üstünde. Sabah sabah hiç beyaz şarap içmemiştim. Bir daha
olmaz bu.

Yoruldum. Şarap lekeli beyaz şeyi yıkayıp yıkamamakta tereddüt ettim. Öyle
güzel ki lekeleri.
Hani insanlar çiçek kuruturlar. O, ne bileyim, bir şekilde anlamlı kılınan günde beklenmeyen, belki de beklenen (belkisi yok beklenir)… her ne ise beklenen, beklenmeyen ama ille de değer atfedilen, bu yüzden kurutulan çiçekler vardır. Getirilmez o çiçekler, yollanır. Bu yüzden kurutulur. Arkası gelmez.
Şarap lekesi kurumuş. Giderek daha koyuya dönecek, kahverengi olacak. Bir daha böyle bi lekem olmayacak benim, kıyamıyorum yoketmeğe.
Kurumaya bıraksam? Arkası gelmeyecek çiçekler gibi?

Ankara sanırım yaşamaya başladı.
Deniz kabuğumun içine bohçamı açtım. Koskoyu bi mavi. Çivit mavi. Küçük tahta
gemime bindim, Aksak Kuş oyununu oynaya oynaya yolculuğa çıkıyorum. Uyuyacağım.
Arkama yığılı tuallerin birine ilk atacağım boya bu bohçanın içimdeki mavi olacak. Sol üst köşeden başlayacağım. Emin ol giderek seyrelecek. Acelesiz, onun kendini varedişi gibi giderek seyrelişini seyrede ede boyayacağım. Hiç bitmeyeceğini bildiğim yere kadar…

sevgiyle

kimden: serpil öztaş
başlık: aylardan ağustos
biçim: elektronik posta metni

Aylardan ağustos. Gittiğim cafenin, etkinlik broşürlerinin biriktiği raftan elime geçiyor.

Bir kartonet bu.

Ve adamın biri çığlık atıyor. Evet, evet bu bir çığlık.

Üzerinde evrimine dair 6 fotograf var. Fotografları inceliyorum ilk önce. Sanki 3. ve 4.fotografların yeri değiştirilmiş gibi. Son iki fotografın ana benzerliği bu adamın -üstelik çığlık atan-gözlerindeki
gülüş, ışık…

Bu adam kim?
-merak ediyorum.

Kartonetin arkasına dönüyorum. Aman tanrım! Küçüçük, içiçe geçmiş, karmakarışık görünen yazılar. (bu adamı galiba tanımaya başladım)

Yazıları şimdi okuyamam. Bir ara…

Derken 6 fotograflı o kart günlerce çantamın ön gözünde dolandı durdu.

Yanına ufak kağıtlar eklendi, çıkarıldı, sigara paketi ile bütün bir gün yanyana, üstüste ona dokunmamı bekledi, zaman zaman kitap ayracı olarak kullanıldı. Sonra bir gün okunuverdi.
(bir çırpıda olmadı.)

Seçkilerini düşündüm, ekledim, çıkardım. AYNALARINA DAİR ÇIKTIĞIN YOLCULUĞU anlamaya çalıştım.
Bana neden yakın geldi bu adam? Benim doğumgünümden 14 yıl ve 1 gün önce doğmuş olması mı beni yanıltıyor, yoksa yansıtılanlar mı?

Henüz bilmiyorum.

ÖNCE: Mevsim değişti.
SONRA: Buharlaştım.
ŞİMDİ: Farkedemiyorum.

Yansıtıcı özelliği olan materyallerle kısa bir süre önce bir yolculuğa başladım. Nesnelerin yansıtıcılar üzerinde deforme edilmiş hallerini fotograflıyorum.Ya da filmin duyarlı olan yüzeyi ile paylaşıyorum.

Bu yolculuk sırasında tanıştığım cam-çerçeve dükkanlarındaki insanlar sayesinde evime bir sürü çöpten kurtarılmış aynalar getiriyorum. (küçük, uzunlu kısalı ve sadece gözlerini görmek isteyenler için ideal.)

TIPKI İYİ AYARLANAMAMIŞ BİR YANSITICININ BİR NESNENİN ETRAFINDA, DUVARDA GEZDİRDİĞİ İRİ, TUHAF GÖLGELERİN BİR SÜRE SONRA O NESNENİN ÜZERİNDE TOPARLANIP ORTADAN SİLİNMESİ GİBİ, BU GÜNLERDE ÇEVRENDE OLUŞAN BİR SÜRÜ GÖLGE BELKİ YAVAŞ YAVAŞ BEDENİNE GİRMEK ÜZERE, BELKİ DE SEN O GÖLGELERLE (DEVİNEN, DEĞİŞEN, SANA AİT OLAN, SENİN HİÇ TANIMADIĞIN, YA DA ÇOK İYİ BİLDİĞİN…) DANS ETMENİN KEYFİNİ ÇIKARIYORSUN.

Kısaca -henüz- bilinen anlamda tanışmıyoruz.

sevgiler…

kimden: ahmet ağgez
başlık: keyif
biçim: heykel; karışık malzeme

kimden: ömer ali kazma
başlık: narcissus
biçim: video-art


kimden: müberra handan eruzun
başlık:
biçim: elektronik metin dosyası

matematiksel bir ifadesin, bir denklem belki. yuvarlak üçgen köşeli silindir misali contradictio in adiecto. yaşamı iki kere iki dört etmesin yakarışlarıyla dolu bir ayna için ne hoş bir görüntüdür bu bilir misin?

bir ses ama çığlık, ama fısıltı… usul usul ve neredeyse ağzının içinde yuta, geveleye, ama hep seçerek sözcükleri, sanki kendine güvensiz bir telaşta ve biraz da yakışmayan bir utançta, anlatırsın ahvalini… ne ki, dip notlar, göndermeler gerekir ve hep “bkz.” yönlendirmeleri…

bir armağansın hem de ve hem de bir günah… yalnızca suretin, siluetinle değil, ses tonun ve anlattıklarınla ya da anlatmadıklarınla bir armağansın evet ve bir günahsın da, o nasıl sözse öyle… bence ikisini de bilirsin.

bir kitapsın, telaşlıdır sözcüklerin ve cümlelerin, tamamlanmaya bile tahammülsüz, kolayca tanınmayı reddeden bir oyunculukta düşüverirler yanyana…

kuş dilinde konuştun birara… kuş oldun, aksak bir kuş… anlattıkların hep ilgiyle dinlendi, hem de keyifle, üstelik eğlenceli bulundu. aksak kuş, şaşkın balık, siyah kapak, derin kuyu… aksak, tutsak… nasıl olursa olsun başka kuşlarını da gönder demişti ayna, üstündeki yansıya… gönder ki sevinsin kırık kanatlar, yırtık gagalar, kaptanlar ve tayfalar… hiç’in çekimi ya da akıştan, buğudan ve ağırlıktan kalan: kuş uçmazsa, kervan da geçmez… geriye yine boşluk kaldı. gör bunu, sakın doldurma! kanatsız aksaklığınla nerelere götürdün, nerelerden getirdin… kuşbakışında ayna nazar arsızıdır, bunu da hemen bildin. –mi?

bir kentsin bazen ne haber? kuş bakışıyla bir kent. altın böcek, kırmızı kapının arkası, baykuş ya da uçan fare… bu kentlere çıkan bir yol ya da bir sır. insanı kendi kentini bulmaya yola çıkartan ve kendine, kendi sırlarına sen gibi, senin kentlerin gibi kuş bakışı bakmaya zorlayan… buna kuşatma da denebilir.

bir suçlu ve bir savcı… yıllar sonra bir otobüsün penceresinden gördüğün yüz, seni belki bugün bile nisyan ile malul bırakmalı iken, sen tuttun, celladına meydan okudun. bu cesaret midir, gaflet mi yoksa dalalet mi, bilemedim. ama bir aynanın bilgisi, görünenle çizgili ve nazar arsızı bir aynaya kalırsa, bir iç hesaplaşmaydı bu, bir öc alma girişimi, had bildirme hevesi ve sanki umarsızlığın reddedilişi…

bir renksin bazen… öyle gizli saklı da değil, düpedüz karadan yana, karadan çıkma bir renk. elbette ışıklı, ama daha çok gölgeyle varolan, sanki gölgeyi var etmek için ışığı kullanan bir renk.

bir rüzgarsın da… serin bir meltem gibi ama. tülü kıpırdatacak kadar, suyu titretecek, başakları ürpertecek ya da fazladan bir iki kağıdı uçuracak kadar… bir kapıyı çarpasın, bir ağacı eğesin, korunaklı bir köşe aratasın… bu aynanın tanıklığı olmamıştır. -kimbilir belki de hep, en denetimli anlara sadık kalınmıştır, bu ben aynayla yüzleşme zamanlarında-

bu aynanın sırları arasında, 26-45 doğu meridyenleri arasında yer alan bir ülkenin en batı ucunda bir sahil kasabasından ya da bir su topu maçından anılara ve dahi Egon imzalı bir desene de rastlanmış, karşı pencereyi göz hapsinde tutan bir rasathanenin çatı manzaralı terasında terlik pabuç sevmeyen uçuç böcekleri kovalanmış, ayak izlerini takiben birkaç tango figürü çıkartılmış vesaire vesaire, lakin bunlar benzerleriyle birlikte bir Hint yastığında kullanıldığı için, dışarıda bırakılmıştır. İnanmayan bulutlara da sorabilir.

kimden: mabel jade
başlık: night flight
biçim: dijital resim

kimden: zeynep b. yıldırım
başlık: ayna
biçim: dijital görsel tasarım

içerdiği metin:

1.

ŞAİR OYUNCU

Hakan Akçura

BİR bakışın saklanması önceki gecesidir bu mekânın.

kaldığında sözü oyunların,

yarım masalar, söylenmemiş eğlencelerin kokusudur.

bir kağıda çizilen:

yalnız bir çocuk. şaşkınlığı hırsından.

her yenisinin karşısında ve gözü yaralı…

benzemez aksimiz kendimize. biz biliriz.

bir yarım masanın aynasında hiç…

cümlesi

tam da, kalkan – ve hiç inmez

bir suyun bekleyen rengine –

öyle bir çizgi

elimiz…

Hakan Akçura

2.

GÖZLEMCİ

RÖNTGENCİ

3.

NAZİK

CESUR

İNSAN

YALNIZ

4.

GÖZLEDİĞİNE SAPKINCA TUTKUN

SANATÇI?

5.

DOST

ŞEVKAT

İLAÇ

6.

ERKEK

(The Only Reason Men Talk to You is Because They Want to Get Laid, You Stupid Fucking Cunts /A.C.)

7.

YOLCU, YABANCI

Hep aynı yerlerde bulabilirsiniz

Orada durur öylece kapısı yarı açık. İsteyen gelip onu görebilir. Derdini anlatıp devasını alabilir.

Onun sanki kimseye ihtiyacı yoktur. Bazen çağırırım ismini, korkarak sessizliğini bozmaktan.

Gerçekten var mı?

8.

YETİŞKİN

Ben bilmem zaafını, sevgisini, gülüşünü, içindeki çocuğu. Belki…

9.

Kendimden geçtim, yine buldum da seni;

Senden bana gür akan su coşturdu da beni;

Irmak aktıkça ben de çark döndürürüm,

Bin lale öper aşkımızın güllerini.

(Mevlana Celalettin Rumi)



kimden: “çivit”
başlık: URL
biçim: elektronik posta metni

Yıldırım Türker, “alın karası” tanımını kırmızıdan siyaha bi güzel boyamış kalemiyle. Yazıcımdan çıkıp, dosyama girdi.

“Hakan’dan Gelen” dosyası var bi de, sevinç dosyasını içinde saklayan bi dosya o.

Çivit Mavisi’ne yakalandığımın tam tamına bir haftası dolmuş. Sana özenti her halde, bi koca şarap bardağı da ben çıkardım kendime, unutulduğu yerden. Keyifli oluyo olmasına da şarap çabuk bitiyor.

Bu sabahın dördüne kadar usanmaksızın yağıp, Ankara’yı gelin etti kar. Ben de bu düğün törenini pencere arkasından seyrettim.

Şarap aynı tadında. Ankara’nın gelinliğinin eteklerine basıp lekelediler ama üstü tertemiz henüz. Biraz yukarlarda kendimi atsam diyorum o beyazlığa, şu çivit mavisi belki de seyrelirdi. Kendimi yuvarlasam beyazda, duvağını üstüme başıma dolasam, iyice dolansam, yoketse içinde beyaz beni, belki sabahına morumsu bi sızıntı görürlerdi. Seyrelmiş demezlerdi di mi?

Bil/e/mezlerdi……

kimden: esen ertem
başlık:
biçim: resim; kağıt üzerine yağlı boya

kimden: sami akbeniz
başlık: satılık
biçim: şiir; hakan akçura’nın “bir erkek”
(tuval üzerine karışık teknik; 1994) adlı yapıtı eşliğinde sergilenmek üzere

SATILIK

Sürünerek dolaşır elin

Merdivenlerin soğuk karanlık parmakları arasında

Işık dolu, ılık, parlak gözlerin

Değer akşamın ıssız, sisli tenine

Karşıda donuk donuk yanan pencerelerin

Ve dikkate ant içmiş gibi

Büyüyen kirli, nemli gecenin

Irzına geçer kara sakallı, pis suratlı bir deli

Bir nebze rahatlarsın.

Gördüklerin yabancı değildir aslında

Kuytusunda kanlı parmaklarını yaladığın

Sokağa

Yüreğin huzur dolu

Başarının mahzen arkasına yaslanmış

Yürür geçersin kaldırımlarına

Ölü köpekler dadanmış

Kara ziftli asfalt yollardan

Ve o her zamanki buluşma noktasında

Ürkek devinimlerle kımıldayan

Ilık ve terli gövdelere yapışır

İncelir, kaybolur ıslak ve soğuk derin.


kimden: taner tımarcı
başlık: üç ayna (KARŞILAŞ(AMA)MAMALAR; … ; Bakış-İzleyiş)
biçim: metin-fotografik düzenleme, bilgisayar çıktısı-fotokopi

1.

KARŞILAŞ(AMA)MALAR

Birini, bir şeyi anlatırken insan biraz da kendini (mi?) anlatır.

KARŞILAŞAMAMA I: İlk karşılaşmamızdan önce bir yerde karşı karşıya gelmiş olabiliriz. Birbirimizi bilmediğimizden algılama olmamıştır. Tarih belli değil… (ters Deja Vu?)

KARŞILAŞAMAMA II: Karşıyaka Ortaokulu’nda “Japon” resim öğretiyor ve suluboya fırçasını nasıl seçmemiz gerektiğini anlatıyor iken belki sen birinci sınıfta, ben son sınıfta idim ve belki de topladığı haftalık suluboya ödevleri arasında karşılaşan iki resimden biri senin, diğeri benimdi. 1972 olmalı…

KARŞILAŞAMAMA III: Ahmet’in film çekme projesinin gerçekleştirildiği haftasonunda ilk defa karşılaşmıştık sanırım. Daha sonra birçok haftasonu biraraya geldik. Ortaköy’de Ahmet, sen ve ben kahvede otururken nedense bana kızdığını ve bir keresinde küçük evinize gittiğimizi hatırlıyorum. 1987-1989 yılları…

KARŞILAŞAMAMA IV: Ankara’da, sen Kızılay’a, ben ise yukarı, Bakanlıklar’a doğru yürüyordum. Kısa, ayaküstü bir konuşma olmuştu. Senin orada ne yaptığını, ne aradığını sormadığımı ya da sordum ise ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Saçın ve sakalın uzundu. Karamsar idin. Ben o sırada heyecanlıydım. Herhalde daha çok kendimi anlatmıştım. 1991…

KARŞILAŞAMAMA V: Alman Arkeoloji Enstitüsü sergisinde sekiz yıl sonra ilk defa karşılaştık. Ben içeri girerken, sen çıkıyordun. Yıllar geçmişti. Fazla konuşamadık, haberleşmek üzere ayrıldık. 1999…

KARŞILAŞAMAMA VI: Beyoğlu’nda ben, bir film çıkışında (Buena Vista Social Club idi galiba), Galatasaray’a doğru hızlıca, sen ise Taksim’e hızlıca yürüyordun. Hızımızı azaltarak, sanki durmadan, film hakkında kısa bir konuşma yaptık. Sen neşeliydin. Yolumuza devam ettik. Bir yerlere yetişecektik. Nisan 2000 olmalı…

KARŞILAŞAMAMA VII: yer? zaman? durum?

2.

içerdiği metin:

SEN FRANÇOIS PAUL VINCENT BEN PAUL VINCENT O

FRANÇOIS PAUL AHMET YVES MICHEL SERDAR GERARD

STEPHANE SEMİH SERGE PAUL VINCENT ÖZGÜN FRANÇOIS

YVES SERGE SEMA GERARD HALİL VİNCENT FRANCOİS

PAUL VE DİĞERLERİ DEĞİŞİK UĞRAŞLARI OLAN ESKİ DOSTLAR

HAFTA SONLARINDA HOŞÇA VAKİT GEÇİRMEK İÇİN

BİRARAYA GELİRLER BİR HAFTA SONU DA BİR FİLM ÇEKERLER

EĞLENİRLER EĞLENİRLER EĞLENİRLER EĞLENİRLER

FRANÇOIS AHMET GERARD VINCENT FRANÇOIS PAUL

TANER VINCENT FRANÇOIS PAUL VE HAKAN VINCENT

FRANÇOIS PAUL VE ONLAR VINCENT FRANÇOIS PAUL VE

VINCENT FRANÇOIS PAUL VE VINCENT FRANÇOIS PAUL VE

VINCENT FRANÇOIS PAUL VE VINCENT FRANÇOIS PAUL VE

ONLAR ONLAR ONLAR ONLAR ONLAR HOŞÇA VAKİT

GEÇİRMEK HOŞÇA VAKİT GEÇİRMEK HOŞÇA VAKİT GEÇİRMEK

HOŞÇA VAKİT GEÇİRMEK HOŞÇA VAKİT GEÇİRMEK HOŞÇA

VAKİT GEÇİRMEK HOŞÇA VAKİT GEÇİRMEK DEĞİŞİK

UĞRAŞLARI OLAN ESKİ DOSTLAR DEĞİŞİK UĞRAŞLARI OLAN

ESKİ DOSTLAR DEĞİŞİK UĞRAŞLARI OLAN ESKİ DOSTLAR

DEĞİŞİK UĞRAŞLARI OLAN ESKİ DOSTLAR DEĞİŞİK UĞRAŞLARI

OLAN ESKİ DOSTLAR DEĞİŞİK UĞRAŞLARI OLAN ESKİ

DOSTLAR BİR HAFTA SONU DA BİR FİLM ÇEKERLER BİR HAFTA

SONU DA BİR FİLM ÇEKERLER BİR HAFTA SONU DA BİR FİLM

ÇEKERLER BİR HAFTA SONU DA BİR FİLM ÇEKERLER BİR

HAFTA SONU DA BİR FİLM ÇEKERLER BİR HAFTA SONU DA BİR

FİLM ÇEKERLER BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA GELİRLER

BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA

GELİRLER HAFTA SONLARINDA HAFTA SONLARINDA

HAFTA SONLARINDA BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA

GELİRLER BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA GELİRLER

BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA

GELİRLER BİRARAYA GELİRLER BİRARAYA ARAYA ARAYAYAA




3.
text:

Glance-Watch

kimden: seval er
başlık: aynalar
biçim: elektronik metin dosyası

Sevgili Hakan…
Bunca yıldır süregelen dostluğumuz içerisinde senin bende var oluşunun en belirgin tanımını bir sözcük özetler: ÇOKLUK…
Ben içimdeki Hakan’ın bu halini çok sevdim. Tabii onu oluşturan ayrıntıları da…

“Ardına bakma taş olursun” tümcesi sana nereden gelmişti yıllar önce bilemiyorum ama bana ulaştırdığından bu yana yaşamımın hep belirli anlarında kullandığım sana dair o canlı ayrıntılardan sadece birisi oldu.

kimden: murat er
başlık: aynalara yanıt
biçim: elektronik metin dosyası

Yaptığın çağrıya yanıt vermek istedim. Her ne kadar ‘yakın’ın olmasam da üzerimde izlerin var. Sana dair hatırladıklarım/izler;

Satrancı sevmen,
Projelerinle beni ‘pozitif’ etkilemen,
Her şeye rağmen hayattaki direngen duruşun,
Resimlerin,
Yazıların,
Yakın bir dost duyarlılığın,
Bana ‘karmaşık’ gelen dil kurgun,
Her görüşmemizden sonra az okuduğum, az dinlediğim, az gözlemlediğim duygusuna kapılıyor olmam….

Kapkara günlerin ortasında, insanları ‘insana dair’ birkaç dakika da olsa düşünmeye sevk etmenin önemli olduğuna yürekten inanıyorum. Kişilerin kişiliksizlere dönüştürüldüğü bulunduğumuz zeminden kurtulmak mümkün gözükmüyor bana. Ama bu düşüncem beni, senin ve diğer arkadaşlarımın, yaşadığım sürece yanlarında olmaktan alıkoymayacak.

Hep orada bir yerde ol lütfen. Kaybolma…

Sevgini hissediyorum.

Uzak ara arkadaşın Murat Er.

kimden: dilek akkartal
başlık: gece
biçim: heykel

kimden: deniz bağan
başlık: ustama…
biçim: elektronik posta metni

“her bir gün büyüyen bir yürekle dikildim ustanın karşısına.
“aç avuçlarını” dedi.

soluklarımın hızını değiştirmemeye özen göstererek, en derinden bir nefesle bütünleştirdim evrenin havasını, sonra ağır ağır açtım avuçlarımı…

“ne görüyorsun?” dedi.

suskundum… gözlerim görmüyordu, ama ağırlığını hissediyordum avcumdaki şeyin, nemini, kokusunu… ama gözlerim, ne bir renk ne bir biçimle karşılık veriyordu bu algılara…

“sana yalnızca avuçlarını açmanı soyledim, ve ne gördüğünü sordum…” dedi usta, hala gözlerimde olmayan gözlerinde tatlı bir gülücüğün pırıltısıyla; sanki bir çit kırılmıştı o an, bir baraj çökmüş, bir duvar yıkılmış, kutsal metinlerin birinde dendiği gibi bir perde kalkmıştı sanki…

yumdum gözlerimi…

bir avuç toprak, binlerce gelinciğe, ağaca, meyveye, ota, tohuma, çocuk kahkahasına gebe, ıslak ve buram buram kahverengi bir avuç toprak… döndüm, sessizliğimle başbaşa bıraktım toprağı. önce toprak sustu, sonra ben… sonra kapandı dünyanın tüm kapıları… artık soluğum rüzgar, gövdem toprak, her derin nefesimle büyütüyordum bedenimde dişilden çağlayan aşkı – yemyeşil, ıslak ve gerçek canı. sanki göğsümden fışkırıyordu çimen kokusu, sanki saçlarım savruluyordu başak tarlaları olup… içimde kımıldanan bin bir böceğin fısıltısıyla uyanıyordum her an yeniden. her an yeni bir gülücük, yeni bir doğum yok muydu kucağımda? bir buzağının ilk adımlarıydı karnımın üzerinde dolaşan, bir salyangozun ıslak öpüşüydü parmakuçlarımı yalayan…

işte evren en sıcak yatağında uyuyor ve ben beni örten gecenin büyüsüyle ısıtıyordum koynumda yatan tüm canları. ve içim o kadar canlanmış, dinlenmişti ki uyanmayabilirdim ustanın tatlı sesi bir kahkaha, ama uslu bir kahkaha gibi çınlamasaydı kulağımda:

“ne görüyorsun?..”

gözlerimi açtığımda avcumdaki nemli toprağı görebiliyordum, ve içinden usulca kıpırdanarak çıkan, beni kaybolduğum güzel dünyadan koparmamak için sessizce filizlenen zarif çiçeği…

usta bana hala bakmıyordu, ama nemliydi sanki gözleri -bana gözlere büyümüştü içim belki de ve düşmüştü bir girdap gibi…

ben avcumdaki yemyeşil canın büyüsüyle sarhoşken,
usta hafif bir meltem gibi sessizce kalkmış ve
esivermişti zaten uzaklara…”


bu, senin bende yansıyan bir damlan yalnızca.

seninle tanıştığım o ilk “soluk” ve
sonra gösterdiğin kocaman dünya.
her karanlığımda yağdırdığın ışığın,
gülüşümle büyüyen gülüşün,
aynada göremediğimi senin görüşün ve
kahkahan – örten tüm kırılganlığını… ustamsın.

deniz

kimden: mehmetcan gündeş (sefahathane)
başlık: uyum
biçim: müdahale edilmiş hazır nesne
(boş Jameson şişesi)

içerdiği metin:
30.12.2000
Şişenin içinde Hakan, Jake, MC, Tolga var.

kimden: orhan cem çetin
başlık: ayna
biçim: elektronik posta metni

Natura bu kolay değişmez. Son dakikacıysan, son dakikaya kadar son dakikacı
kalırsın. Ama benimki üşengeçlikten değil, zamanımı sonuna kadar kullanma
isteğinden. Sana hukukumuza yaraşır bir aynayı özene bezene hazırlama
telaşımdan.

Gel gelelim, aylardır düşüne düşüne Firuzağa mahallesindeki yarısı yerin
altında bulunan bir muhallebicinin koyu kahverengi masalarından ve bu
masalardan birinin arkasında koskocaman oturan senin yüzündeki o her zamanki
nefis ve ıslak gülümsemenden öteye gidemedim. Bu görüntü her şeyi özetliyor
sanki. Her şeyin önüne geçiyor. O zamanlar tanışmıyorduk da üstelik ya da
biraz sonra tanıştırılacaktık. Belki de böyle bir sahne hiç olmadı, ben sana
yakıştırdım. Her ne hal ise, bence bu bizim ilk karşılaşmamızdı. Seni hep o
gülümsemenden tanıdım sonraları. Bakışlarını inkar eden değişmez
gülümsemenden.

İlk intiba önemlidir derler. İste bu da ispatı. İyi seneler Hakan. Hep.

kimden: özge baykan
başlık: kıracaklar için aynalar / “meraklısına mini hipertekst II”
biçim: anlatı; elektronik metin dosyası

Kıracaklar İçin Aynalar
“Meraklısına Mini Hipertekst II”

1.

Özenle kesti. Dikdörtgen. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Karşıdaki ayna. Dikdörtgen kesilmiş ama eni ne en. Yan çevir boy aynası olsun. Tam da öylesi.

İçinden birileri geçiyor, işte, birbirlerine sürünüyorlar, yok olup yollarına devam ediyorlar. Birden yok oluyorlar. O zaman eğilmişler. Oyun oynar gibi. Eğil kalk, eğil kalk. Aynanın içinde dalgalanan bir sürü bordo gömlek.

O aynayı indirmek, çevirmek ve ayakkabılarını görmek istedi. Hava yağmurlu, ne çamur ne çamur.

Sonra da o aynayı devirmek, düşürmek istedi.

2.

Özenle kesti. Yuvarlak. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Bir kıl. Yanında bir tane. Bir tane daha. Bir tane daha. Kaş bunlar düpedüz. Kaşlarını alıyordu. İçine girecek neredeyse. Dişleri görünüyor, sanki ağzını açması gerekirmiş gibi kaş alırken.

Bu kez yuvarlak, siyah. Kaşlarına uzun uzun baktı. Kaşlarına öyle uzun baktı ki, unuttu artık yüzünü. Kıl, siyah kıl. Bir beyaz. Hah.

Bir beyaz daha. Tamam.

O aynayı çalmak, sevgilisine armağan etmek istedi. Bir yuvarlak, tam dünya. Hem de arkalı-önlü. Büyüttükçe büyütür. Sevgilinin kaşları için, sevgilinin koltuk altları için.

Sonra da o aynayı eline almak, çizmek istedi.

3.

Özenle kesti. Kare. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Kasabın da böyle güzel aynası olsun. Kare. Kare değil, yanlış. Boyu daha geniş, ama kare gibi. Safran sarısı ince çizgileri var. Kıvrılan bir ahşap yukarı doğru: asılacak ya. Kasabın bıyıkları ve bacaktan asılı koyunlar da beraber dururlar. Bıyıkları durmaz da, etler. Etler de sallanır ya kimi. Bir de kesilirler. Son bakışları hep o ayna.

Kasap da kimi zaman bakar, etleri kesiyor gibi yapıp fark ettirmeden bıyığını düzeltir.

O aynayı evine götürüp odasına asmak istedi. Vesikalık fotoğrafları için önceden karşısında prova yapmak istedi. Bıyık bırakmak da istedi.

Sonra da o aynayı tutmak, kazımak istedi.

4.

Özenle kesti. Kare. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Sokak ortasına düşmüş. Belli ki böyle olması istenmedi. Orada, her geçene tanıklık eden ayna. Çerçevesi de yok.

Satıcı o kadar yanyanalığın arasında o aynaya bakıyor tam. Kare olan tek: Bundan mıdır? Satıcı sıkılmış gibi yapıp, alıcı bekler gibi de yapıp bir o yana bir bu yana yürüyor. Yürürken tam da onun önünde yavaşlıyor, kimi zaman da duruyor. Tam önünde. Bakılmayı azaltmak için midir.

Dikkat, iki kadın. Geliyorlar, birinin kucağında çocuk. Her an…
Aynanın önüne yürümeli.

O aynayı satın almak, bakılmaktan kurtarmak istedi. Bir falcıya götürüp ayna falı baktırmak. Kendi yüzünü çözdürmek için. Yaşamının, yüzüne yansıyan tüm sırlarını. Çıkıkları ve göçükleriyle ağacın her damarını.
Aynada görülmeyen de var mı?

Sonra da o aynayı yakalamak, parçalamak istedi.

5.

Özenle kesti. Üçgen. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Tuvalete koymuşlar. Üçgen. Eğreti duruyor. Düştü düşecek. Kadınlar tuvaletine koymuşlar. Bakanı çok olur.

Dışardan izledi, cesaret edemedi. Sekiz kadını izledi tam. Yaka düzelten, sırtını dönen, boynunu çeviren, bir daha dönen, sıçrayıp eteğine bakmak isteyen, çocuğunu kaldırıp ona da baktıran, bir yandan da sırtını, kalçasını soran, telaşlı sekiz kadın. Birbirine benzetti. Sekiz kadın, on altı suret. Ama kimi bir kez daha döndü baktı. Birkaç kez daha.

Aynayı alıp erkeklere ait kılmak istedi. Sekiz erkek gözetlemek. Aynaya görünmeden.

Sonra da o aynayı en uzağa fırlatmak istedi.

6.

Özenle kesti. Şekilsiz. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Çöpteydi. Şimdiye dek kimin eline değdiyse kırıkları. Çöp tenekesinin dibinde. Ağzı sımsıkı bağlı, yine de kokularından içlerinde ne olduğu anlaşılan simsiyah naylon torbaların arasında; kararmış yatıyor.
Ama tanıdı. Ayna o. Şekilsiz.

O aynayı yoğurmak, aynaya benzetmek istedi.

Sonra da o aynayı bükmek, kıvırmak, burmak istedi. Yitirene dek.

7.

Özenle kesti. Kırık. En sevdiklerinden. Ama, işte, istediler. Verdi.

Ayna kavşağı her dönene yol gösterecekti. Kılavuz-ayna. Dönen her yayaya da. Önlerini görmelerine yardım edecek.
Baş döndürücü ayna. Başı dönen ayna. Hız ölçen ayna.

O aynayı direğinden ayırmak, yanına almak istedi. Tüm yolculuklarında yanında bulundurmak.

Sonra da o aynayı kesmek, kırmak istedi. Daha da kırmak. Daha da kesmek.

Aynaları önüne çekti.

Hiçbirine ayrıcalık tanımadan.

Karar verecek. Elbet. Bir karar. Başlamak için. Başlamak, hızını alamamak ve bitirmek.

Bir solukta kırmak için.

Kırıklar retinasını kesebilir.
Kırıklar bileklerinden kesebilir: yaşamını belki.
Kırıklar yüzünü kesecekti.
Bu ben miyim, demeye kalmadan.
Ne kadar daha– bakmadan.

Elinde bir çekiç. Bir de torba. Torbadan çıkardı. Üç.
Talihsiz üçüncü ayna. Özenle kesilen. Kare. Kare değil, yanlış.

Aynalar giderek sese dönüşecek.

kimden: suna suner
başlık: sesgölgesi
biçim: ses bantı üzerine kayıtlı müzik/
müdahale edilmiş hazır nesne (kaset ve kapağı)

kimden: şahine hatipoğlu
başlık: “omurga ve yabancı” ya da “japon feneri”
biçim: performans önerisi ve performans videosu

1.

H.AKÇURA’YA

Kim bu çocuk?
Kim bu genç?
Kim bu adam?
Afişe baktığımda bunları düşündüm yeniden.

Seni yıllar içinde pek çok kez, pek çok yerde gördüm. Her gördüğümde kafamdan yukarıdaki sorular geçti. Ama yalnızca o kadar! Soruların cevabını aramadığım gibi, adını bile birine sormak aklıma gelmedi. Ama o surat hep kafamda kaldı. Boynun altındaki gövde ise bulanık. Bir gün öncesine kadar biri sorsaydı, tipini tarif edemezdim. İlk kez iki binin son saatlerinde karşılaştığımızda sana dikkatlice baktım. Çünkü, gözlerindeki bakış, köydeki köpeğimin gözünde gördüğüm son bakışla aynıydı. (Korkma, köpek henüz yaşıyor)

Projeye gelelim. İlk duyduğumda kıskandığımı söyleyebilirim. Çünkü, en azından “aynalar”, hem somut olarak, hem de kavramsal olarak ilgi alanıma giriyordu ve ileriye dönük bir gösteri projesinin ana maddesiydi. “Kim ulan bu Hakan Akçura?” dedim kendi kendime. Açık radyonun müdavimi olduğum halde, seninle ilgili söyleşileri yarım yamalak dinledim, ya da dinlememeye çalıştım. Ve nihayet afişi gördüm. “ Aaa, o çocuk, pardon o genç, ay afedersin, o adam!…” Bu noktadan itibaren o surat, ayna ile bedenlendi. Iıığğğ, daha da sinir bozucu!… Katılmayı nasıl istedim, seninle tanışmadığıma nasıl pişman oldum anlatamam. “Neden pek çok tanışma fırsatını değerlendirmedim?” diye hayıflandım. Sürün geri zekalı!… Sonra, (ciğere ulaşamayınca) “aman, zaten katılıp ne yapacağım, ilgi çekmek isteyen birine tezahürat yapıp, egosunu beslemekten başka ne işe yarayacak?” dedim. O andan itibaren de ilgilenmedim. Afişlere bakmadım, telefon ve diğer haberleşme adreslerini almadım. Niye alacakmışım ki? Züppe!…

Yılbaşı gecesi, o talihsiz gece (gece talihsiz ama sen talihlisin, çünkü benimle karşılaştın) birdenbire afişi karşımda gördüm. Ama yalnızca çocukluk resmine baktım. “Ne tatlı!…” Sonra “ayna” kelimesini okudum. Afişe arkamı döndüm. Tekrar geri döndüğümde son resmini gördüm. “Evet o!”… Daha sonra da bıyıklı resmine bakıp, “ığğğ ne çirkin!” dedim. Yeniden sırtımı döndüm afişe. Başka şeyler düşünmeye çalıştım. Arkadaşlarım eğleniyorlardı. Bense taş gibi kaskatı dikiliyordum. “Yeni yıla birini öperek girmek iyi olur “diye düşünürken, yanımdan geçip kapı tarafına doğru yürüyen “sen”i gördüm. Pes! İti an çomağı hazırla! Kafamı dağıtmak için bir önceki düşünceme geri döndüm. Senin mavi gömlekli omzun kalabalıkta kaybolurken, “evet birini öpsem iyi olacak, belki şansım açılır” dedim kendi kendime. Arkadaşlarımdan yana döndüm ve yine afişle göz göze geldim. Niye bu Hakan olmasın?…Demek adı Hakan.. Hakan Akçura…Gökhan Akçura’nın nesi acaba? Kardeşidir muhakkak. (Turgut Özakman’ ın öğrencisi olan ve senaryo yazan Gökhan’ın. Bir zamanlar Zeki Alasya- Metin Akpınar için Otel adlı bir senaryo yazmıştı. Sen o zamanlar çocuktun. Bkz.Birinci resim.)

Kısa bir süre sonra kalabalık arasında karşılaştığımızda bana bakıp gülümsedin, merhaba dedin.”Biriyle karıştırdı “ dedim içimden. Ama sohbetin sonrasında ikimizin de doğru adreste olduğunu anladım. Projeye katılmamı önerirken gözlerine baktığımda, işte başta söylediğim şey oldu. Aynı günün sabahı (30 Aralık 2000) köyden dönerken, köpeğimin yaralı kulağına ilaç sürüyordum. Göz göze geldik. Gözlerinde öyle garip bir ifade ve gözbebeklerinde öyle garip bir değişim vardı ki şaşkınlıktan ve korkudan elim havada kaldı. Metamorfoz mu yoksa?…Şimdiye kadar (kendimi bildim bileli hep hayvanlarla yaşadım) hiçbir köpekte (hatta erkekte bile) görmediğim bir bakış ve renk değişimiydi bu. Hatta gözün kimyası değişiyor gibiydi… Senin gözlerinde de aynı şeyi görünce (belki de alkoldendir) “ben eriyorum” (ermek fiilinden geliyor, gözlerine bakıp erimekten söz etmiyorum) galiba dedim. Ya da tanrılar bana mesajlarını bu gibi yollarla gönderirlerse, daha çabuk sonuca ulaşacaklarını anladılar. “Projeye katılmak onu öpmekten daha cazip olabilir” diye düşündüm. Yine de bütün gece boyunca ne adres ne de telefon aldım. Ertesi gün ise “madem ki öpmedim, bari projeye katılayım” kararını aldım ve arkadaşlarımı seferber ettim seninle bir iletişim yolu bulsunlar diye.

İşte benim hikayem . Eğer istersen bir küçük gösteriyle katılabilirim. Görsel yanı ağır basan, hareket ve sesin, belki bir kaç sözün desteklediği beş ya da on dakikalık bir çalışma. Belki son gün. Çünkü hazırlanmak için ne kadar zamanım var bilemiyorum. “Omurga” (bu konudaki önerini hatırladın sanırım.) temeline dayanan ve ‘’yabancı’’yı anlatan bir çalışma belki…

2.

Bugün seninle karşılaşana kadar farklı bir plastik üzerinde düşünüyordum. Fakat ayrıldıktan sonra kafamda başka şeyler canlandı. Ve galiba bunu sevdim.

SENİN PROJEN İÇİN DÜŞÜNDÜKLERİMDEN

Bir büyük Japon feneri, yuvarlak, üçgen ya da dikdörtgen bir kutu. İnce kağıtla kaplanmış. Ben içindeyim. Elimde ucu yağa batırılmış fırça ile içeriden yazı yazmaya başlıyorum. Çeşitli şekiller çiziyorum. Çeşitli alfabeler kullanıyorum. Yazdıklarımla aynı ya da farklı bir metin kullanıyorum. Sözcükler; hem yazılanlar, hem söylenenler elbette özel seçilecekler. Yağlanan kağıdın yazılı kısımları şeffaflaşmaya başlayacak ve yazılar arttıkça, içerisi daha çok görünecek. Şehir gürültüleri ve hayatımızdan sesler, haberlerden alıntılardan oluşan bir efekt kullanacağım. İçinde tekno
müzik de olacak. Efektin içinde, baştan sona devam eden bir öykü zaman zaman belirgin hale gelecek, zaman zaman yitip gidecek. Sanırım sen seviyorsun. İçeride ben farklı şekillerde görüneceğim. Burası sürpriz… Performansın sonu her günkü seyirciye göre değişecek. Her gün yalnızca beş dakikalık bir gösteri olacak. Ya da seçilen bazı günler. Tek sorun her gün yeniden o feneri hazırlamak ve kağıt temin etmek.



kimden: ipek cent
başlık:
biçim: heykel
(karışık malzeme)


içerdiği metin:

– “Düşünde mutlu olursan, Ammu” dedi Estha, “bu sayılır mı?”
– “Ne sayılır mı?”
– “Mutluluk; sayılır mı?”

(Küçük Şeylerin Tanrısı, Arundhati Roy, Can Yayınları; çev. İlknur Özdemir)

kimden: melih özuysal
başlık: hakan’a tesadüfen…
biçim: video


kimden: ali kaptan
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Dostum, bir şey söylemem ben bilirsin.
Hem yaşarken kim bilebilir gerçeği,
öldükten sonra bilsen ne farkeder.
Ne ben söyleyebilirim yalnızca seni,
ne de sen anlatabilirsin kendini.
Satıraraları, sözcüklerin gerisi her zaman
daha çok şey anlatır bana göre.
Diyorum ki önemli olan karşılıklı varolduğumuzdur.
Ve varolman, kendin için
ya da herhangi bir şey için, bana yetiyor.

kimden: neşe baydar
başlık: kutunun içindeki
biçim: düzenleme; heykel

içerdigi metinler/kutu üst kapak:

27.11. 2001 tarihine kadar açılması YASAKTIR!

kutu tabanı:

İnsan hayatı değersiz birçok nesneye tanıklık eder. Bu kutuda, bu kutuya sığacak kadarı var. Belki de daha azı.

07.01.01

Neşe

Kutunun içindeki

kimden: gamze
başlık:
biçim: görsel düzenleme/kolaj

içerdiği metin:

Ben bu aynaların arkasındaki aynayım.
Bugün kısmen görüyorum. Ama daha sonra görüldüğüm kadar göreceğim.

kimden: ahmet çakaloz
başlık: Re: soru
biçim: elektronik posta metni

Delikanlı,

Sana nasıl “üretim heyecanı” aktarmışım? Bilmiyorum.
“Aynalarımı istiyorum”la ilgili, seninle yapılan röportajlara baktım. En fazla kullandığın sözcük: “Bilmiyorum”.

Epeyce proje ürettim, yönettim. Ama, sonunda ortaya çıkacak şeyin, baştan tasarlanmamış olduğu, “belirlenmiş bir amacı olmayan” bir projeye, “proje” demenin bile doğru olmayacağını düşünmüştüm. Seninkisi ise, böyle bir şey… “Amaçsız, kurgusuz, sonu bilinemeyen”!!!

Kaşif’in biri, “yeni bir kara parçası keşfetmek istiyorsan, -yola çıktığın- kara parçasını gözden kaybetmeye razı olmazsan, olmaz” mealinde bir laf etmiş.

Seninkisi gerçekten cesur ve gerçekten samimi bir merakla, bir yola çıkış…Eh! “Yolun açık olsun” demesem olmazdı. Aynı samimiyetle…

Nihayetinde, benim için, “Gökhan’ın kardeşi”sin. Seni öyle tanıdım. Bunun çok fazla ötesine de geçmedi ilişkimiz. Daha önce de, bu kadar “göz önünde” olmasa da, maceralara girmişsin. Benim kardeşim veya çocuğum olsaydın, bu maceraya girmeni de, sonu hiç belli olmayan bu “oyun”u başlatmanı da (engelleme dürtümü bastırarak izler, hatta desteklerdim ama) yüreğim de kaldırmazdı. Çoğu kişi geçmişinden kaçarken, yüzleşmeye bunca açık ve istekli olman… Bravo doğrusu! Meydan okuma dediğin böyle olmalı.

Yaşamının diğer işlerinde de hep bir merak, bir direnme, bir meydan okuma, açık olma / yüzleşmeden kaçınmama, bir sorgulama ve arayış görmemiş olsaydım ve çağrınla bunun arasında paralellik -hatta, “aynı”lık demek lazım- görmeseydim, “ayna” göndermezdim. Soruna cevap: Benim yüreğimdeki yerin, kafamdaki tanımın da bu işte. Malumu ilan etmiş oldum. Ama aşağıdaki mail’inle dürtmeseydin, makine başına oturamayacaktım zaten.

Ortaya neyin çıkacağını, doğrusu ben de çok merak ediyorum Delikanlı. Dilerim, keyifli olsun. Açılacak sergiye bedava da girebilirdim, ama bu yazıyı yazmakla, bir giriş bileti almayı tercih ettim.

Çocuklarımla son birkaç yıldır -karşılıklı- şöyle bir anlaşmamız var: Doğum günü, yılbaşı, babalar günü v.s. için, elle -veya bilgisayarda- yapılacak, çizilecek, boyanacak, yazılacak, kazınacak, yontulacak veya doğadan veya sokaktan bulunacak, veya sadece sözle söylenecek, ama “hediye olarak parayla alınmayacak” hediyeler veriyoruz birbirimize…

Bunu geç kalmış bir doğum günü kutlaması say, sevgili Hakan. En az bir 37 yıl daha, sağlıkla yaşarsın İnşallah.

Sevgiyle, selamlar,

Ahmet Çakaloz

> —–Original Message—–
> From: Hakan Akçura [SMTP:hakcura@superonline.com]
> Sent: Monday, January 08, 2001 5:34 PM
> To: Ahmet ÇAKALOZ (Genel Müdürlük)
> Subject: soru
>
> ahmet abicim,
>
> bana aktardigin uretim heyecanindan soruyorum:
> aynani yollamayacak misin?
>
> iyi misin?
>
> yeni yilda sana-size saglik, huzur, keyif, mutluluk dilerim.
>
> hakan akcura

kimden: argun albayrak
başlık: aynalar… bölüm 1
biçim: metin içeren dijital grafik tasarım

kimden: dumrul
başlık: unutulmaz bir bakış neyi hatırlatır?
biçim: elektronik posta metni

Aaaa! Geçmişe fazladan bir yolculuğa daha bedel oluyor ama, senin bu ayna isteğin.
Sana ayna tutucaz derken, bi de kendimize tutuyoruz ister istemez o aynayı.
Seni bildiğim kadarıyla -bunu hınzırca planlamamışsındır.
İyi niyetle, “teorik olarak”, öngörmüşsündür. yalnızca.
Seninle ilgili ilk, en ilk izlenimimi hatırladım: “temiz aile çocuğu, iyi niyetli ve yetenekli aparatçik. ama sevimli.
Sonra karşıyaka vapuru sohbetleri. sevdim.
O dönem kendine biçtiğin role sığmayan bir şey vardı sende,
Rolü yerine getirişini sevilir ve saygın kılan, …
Artan bir şey, fazla bir şey, …
Ama ne? . ??? . Birinci karşılaşmanın sorulmamış sorusu, …
Sonra 12 eylül, herkes bir tarafa, unutuş, …
Yıllar sonra bir konserde,
bana ismimle hitap eden bir adam, …
saç, sakal, vs, çıkaramıyorum,
ama, bu gözleri biliyorum ben.
Beni tanıyan böylesi bir bakışı unutmuş olamam. olmamalıyım.
Unutulası olmayan, ama doğrusu benim yine de unutmuş olduğum o bakış,…
Bendeki aynanda bir daha hiç unutulmayacak olan bakış.
Peki ama ben neden unutmuştum?
Sen ilk tanıştığımız zamanlar böyle bakmaz mıydın?
Bakardın herhalde, yoksa o bakışla karşılaşma aynı zamanda bir hatırlama olmazdı ki.
Ya da, belki… o kadar fazla böyle bakmazdın?
Belki de ben o zamanlar bakmayı ve görmeyi pek bilmiyordum…
Neyse ne. 12 eylül öncesinde adını koymadığım “fazla” o bakışta patlamıştı işte.
Hani şimdi kliplerde mavileri patlatıyorlar ya…
İkinci karşılaşmanın sorulmamış sorusu: unutmuşken, arayıp bulmak aklıma bile gelmezken,
Seninle karşılaşmış olmak neden o kadar heyecanlandırıp mutlu etmişti beni?
Üstünden yaklaşık bir 12 -15 yıl geçti herhalde…
Ve şimdi;
ayna istemi vesilesiyle sorulan soru:
Sana her rastladığımda
– hala aramasam da-
neden tanışlara rastlamanın yeknasak hoşluğundan “öte” bir şey duyuyorum?
Şimdi sen bu noktada allah bilir “üretim heyecanı” gibi laflar edip beni deli edersin.
Üretime duyduğun aşk karşıyaka vapurundan bu yana değişmedi değil mi?
İflah olmaz bir TİP’sin sen!!!
bana bile “ürettirmen” den belli…!!!
Oysa beni ilgilendiren, üretiminden çok,
o hep taşıdığın, ve bazen gözlerinde patlayan, “fazla” .
“Sende fazla bir şeyler var çocuk” güzellemesi değil bu.
Mahkum olduğun, halleşip, halleşip,
halleşemediğin:
Aynalardan sorduğun, işaretlerini kovaladığın
“fazla”.
Senin laflarınla; “üretimi, samimi kılan” şey.
Hiç bir zaman tam-tamam olmayacak olan.
Başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair
– bir zaman düşündüğümüzün aksine- gerçekçi olmayan,
acı ve haz kaynağı inanç.
“Başka bir dünya mümkün”.
Teori artık bu inancı taşıyamıyorsa geriye işaretler kalıyor.
Bu “fazlayı” taşıyan bir bakış, bir işaret, bir yansıma, …
Söylem olamayanın şahidi, …
gözlerinden öpüyorum.

kimden: elif mutlu (çetin)
başlık: elif (“ayna, ayna söyle bana!” diyenlerden biri)
biçim: resim
(kağıt üzerine karışık malzeme)

kimden: hatice taşan
başlık: karşı kıyıdayken
biçim: resim; kağıt üzerine pastel boya

kimden: hatice taşan
başlık: nefes-siz
biçim: şiir; el yapısı kitaba, el yazısı ve kolaj ile

merak ettiği
dört harf
öğrenmeye çalıştığı
sadece iki heceydi…
yaklaştı…
yüzüme baktı ve güldü
ben ağlamasını istemiştim
gizlemeye çalışırken giysimdeki
iğne izlerini
biliyorum dedi
ilmek ilmek elinde diktiğini
kaldırmak istedim yüzümdeki tülü
yorulma
o siyah değil
farketmedin mi…
gördüğüm hep gözlerindi…
utandım…
hercai mi sanmıştım göz rengini
anlamıştı… sustu…
ne olur küsme bana diyecekken
hayır kıskandım sadece
tül yüzünün siyahını…
dedi sessizce.
korktum…
dua ettim ağlamadan önce
tanrım lütfen, ama lütfen
bilmemiş…
olsun
bana hercai baktığını
böğürerek yalvarmaya başladım
beni koynuna al
al beni koynuna…
ellerimi tuttu…
gülmeye başladım… (nihayet!)
yanılıyorsun…
sana hep bu kadar yakındım
anlayamadım?
eli yüreğimde gel dedi
bak aynaya
seni benimle tanıştıracağım…
şaşırdım…
isyan ettim
ben seni tanıyorum!..
tanıyorum!…
işte bak
gülümseyerek boyadığım
al rengin
isteyerek ellerimle taktığım
alaz cisminle
tesbihsin boynumda
zikrederken ismini
bağırır gözlerim
sağırdır yüreğim
fısıldar sessizliğim
ilk harfin
nefes…
son hecen
siz…
nefes…
siz…
nefessiz…

çekmiş almış aynadan
son kez bedenimi boyamadan
tıpkı giysim gibiymiş yüzü
siyah tüllü, bembeyaz patiskadan
yana düşen başımı kaldırmış
hercai bakışlarını
toplamış dudakları
mavimsimermer göz kapaklarımdan
sarmış beni, ama hiç ağlamamış
usulca fısıldamış
sıcaklığı,
artık görebileceğim renkteymiş…
merak etmiş hep
içimde sakladığım
o deli gülüşüne
düşkünlüğümü…
merak etmeli miydi ki?
bilmem…
bilmek istemem…

kimden: akın nalça
başlık:
biçim: resim; 22×30 cm.; kağıt üzerine karışık teknik

içerdiği metin:

Sevgili Hakan Akçura, çeşitli karşılaşmalarımızın tesadüfiliğinin bir ritmi de olduğunu düşünerek ben de-n bir yorum gönderiyorum.
Sevgi ile.
8.01.2001
Akın Nalça

kimden: tayfun erdoğmuş
başlık: venedik
biçim: fotografik düzenleme; karışık malzeme

kimden: serdar yaylalı
başlık: rüya
biçim: beste; mp3; doğaçlama; hakan akçura’nın 1989’da gördüğü bir rüyanın metni üzerine soundtrack; bu metni içeren ICQ diyaloğu eşliğinde

rüya – serdar yaylalı


serdar 09.01.20 23:58

bu akşam bitti gibi yarın yollarım

hakan 09.01.20 23:58
mp3 mü?

serdar 09.01.20 23:58

evet

hakan 09.01.20 23:59
beste mi?

serdar09.01.20 23:59

halen wav; miksaj bitince mp3 olacak. beste değil, senin kuşlarla ilgili bir rüyan vardı onun soundtracki

hakan 10.01.20 00:00
neleri hatırladığına inanamıyorum.
peki o rüya’nın bendeki metnini de senin soundtrack’in ile birlikte sergilememi mi istiyorsun?

serdar10.01.20 00:01

metnin yazılı olduğunu bilmiyordum, metni gonderir misin?

hakan 10.01.20 00:02

dijital döküman yok. yazı ise bilmem ki nerede ama var eğer istersen bulurum (ama asla şimdi bulamam) ve soundtrack ile birlikte sergilerim.

hakan 10.01.20 00:04
ya da anlatayım istersen…
hiçbir detayını unutmadığım bir kadim rüyam benim o.

serdar10.01.20 00:04
tamam, yarın gönderırsen senaryoya daha uygun bir şeyler yapabilirim belki; yaa çok zor bu ayna işi naapcamı bilemedım bi sürü şeyi yazdım sildim.

serdar10.01.20 00:04
anlat!

hakan 10.01.20 00:05
canım benim herkes aynı halde
ve yolladıklarının 200’u birden inanılmaz güzel o yüzden; dost da düşman da…

hakan 10.01.20 00:07
bir gölün kıyısındayım
salaş bir kahvehane
açık
üstü kamışlarla örülü
çevremdeki masalarda
hayatımın değişik dönemlerinden insanlar
birbirini tanımayan
ben eski sevgilimle bir masadayım
gölün rengi okyanus mavisi ve kenarları değirmi
bir kare gibi arkamızda, yanımızda çakıl kum bir zemin ve
arkada bungalovlar…

hakan 10.01.20 00:09
eski sevgilimle hayatın, gerçeğin ve aşkın en sahici niteliği
üzerine konuşuyoruz
ortalıkta yağmur isimli,
bir arkadaşımın belden asağısı felç
sekiz yaşındaki oğlu
(zeki mi zeki), elleriyle güç alıp, yılan gibi
kayarak dolaşıyor
masadan masaya
yabancılaştırma efekti gibi ve çok hızlı

serdar10.01.20 00:10
evet

hakan 10.01.20 00:11
ardından ben sevgilime tüm bu sahiciliğin sırrını
anlatırken bir ses duyuyoruz gökyüzünden gelen
bakıyorum/uz
kırmızı tombul kuşlar uzakta
takır takır ses çıkararak uçuyorlar
doğal değil o ses
görünümleri de
başımı öne eğip sürdürüyorum tartışmayı ama
alçalıyorlar giderek daha fazla, hızlı

hakan 10.01.20 00:14
giderek alçalıp, salaş kavenin kamışlarına
sürtünüyorlar
sesleri
takır takırlıkları ve sürtünme sesi o kadar çok ki
konuşmamız duyulamıyor
bu arada nefret ettiğim bir kadın
eski sevgilimle ayrılmamızın nedeni olan yalanı söyleyen
aramıza girip konuşmaya katılmak istiyor
zar zor defediyorum onu ve artık başımızın
üzerinden geçen kuşlardan birini alıyorum elime son çare ve bağırıyorum:

hakan 10.01.20 00:15
-bak işte sahici olan bu kadar sahici!
ama o sırada elimin ayasında acı var
elimdekı kuş çok sert
dağılıp açıyorum avucumu ve bakıyorum
çığlık atıp ağlamaya başlıyorum ne olduğunu anlayıp
onlar
tepesi kırmızı
karnı beyaz tombul kuşların hepsi birer
kuş kuklası ve ağzını açarak elimi sokuyorum
sımsıcak, esir kuşu tutuyorum içindeki ve
çekerken bir et parçası halinde parçalanıyor..
ağlıyor ve bağırıyorum:

hakan 10.01.20 00:17
-bunu da mı yaptılar!
biz yokken
kentten ayrılmışken
tüm kuşları yakalayıp hapsetmişler bunların içine
ve yapıştırmışlar!
lanet olsun!
ve uyanıyorum
bir hafta geçmiyor avucumdan o sertliğin acı duygusu!

bu kadar

serdar10.01.20 00:18
harika, biraz değişiklik yapmam gerekecek
ben nehir ve orman da koymuştum

hakan 10.01.20 00:20
hatırlattın iki eksik var:
evet, bungalovların ardında orman var
ve gölün ardında
uzakta, arada küçük bir kara parçası ile
asla göl kadar koyu olmayan mavisi ile uzak deniz

serdar10.01.20 00:22

deniz uzakta mı, ben deniz kenarı yapmıştım.
yahu iyi ki sordum

hakan 10.01.20 00:23

serdar sen haklısın
yakındaki deniz…
göl ise, bungalovların ardında
ve dediğim gibi kenarları yuvarlak bir kare ve
suyu çok koyu.
pardon!

serdar10.01.20 00:24

bak görüyo musun ayna çıktı walla, bu bugün aklıma
geldi 1 saat once bitirmiştim

hakan 10.01.20 00:25
:)))))))))))))))))))
çok merak ettim yaptığını

…….

hakan 14.01.20 23:33
ok
ama rüyanın metnini kullanacağım
hatta sen de istersen
rüyaya ilişkin geçen günkü icq mesajlarının
toplamını kullanayım
🙂

serdar14.01.20 23:34
hepsine ok.

kimden: tolga
başlık: üç nokta…
biçim: heykel; karışık malzene

kimden: gökçe deniz
başlık:
biçim: elektronik posta metni

Merhaba

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum sizi hiç tanımıyorum. Adınızı ilk kez net aracılığıyla duydum; yani bugün öğrendim böyle bir sanatçının olduğunu. Aylak aylak dolaşırken o siteden bu siteye hasbelkader yazılarınızı okudum. Ve duyarsız kalmak istemedim. Size yazmak istememin en büyük sebebi ise cesaretiniz. Neden cesaret diye adlandırdım bu girişiminizi. Hayatınıza giren tüm insanlardan, en önemlisinden en önemsizine, en büyüğünden en küçüğüne, en akıllısından en aptalına, kısacası aklımıza gelebilecek yüzlerce çeşit insandan onların aynasına yansıyan görüntünüzü istiyorsunuz.
Peki ben birşey sormak istiyorum ya GÜVEN? Size kolay gelsin demekten başka bir şey gelmiyor aklıma; çünkü, öyle zor ki kendi payına düşen bir avuç yaşamı başkalarıyla paylaşabilmek. Hep açıkta kalan bir şeyler oluyor. Bilinçsizce susan veya susmayı tercih eden biri olmak kolaydır. Suskunların ortasında kaybolmaksa çıldırmaktır. size teşekkür etmek istiyorum çünkü bizim ülkemizde yaşayabilmek kolay değil. Ve sanatçı olup yaşamak hiç kolay değil.

Tekrar kolay gelsin diyorum.

kimden: selahattin allahverdi, ali ulusoy, aytaç kataroğlu, niyazi erbil
genix imaging tasarım bölümü/serginin dijital ve transfer baskı destekçisi
başlık: masaüstü
biçim: dijital baskı

kimden: pınar öğünç
başlık: ayna?
biçim: metin içeren dijital resim

içerdiği metin:

üçüncü kişi gelince konuşamayanlara,

biri bakarken yürüyemeyenlere göre değilmiş

bu iş. “Onlar” bu kadar “buradayken” ben yokum.

-ayna ne?

19.ocak.2001

pınar

kimden: ahmet uhri
başlık: izmir atatürk lisesi
biçim: elektronik posta metni

Sen benim Kültür ve Edebiyat Kolu (o zamanki deyişimizle Ekin ve Yazın Kolu) başkanımdın. Ben de kol üyesi. Kıvılcım isimli bir dergi çıkartmak istemiştik. Sen Lise 3 öğrencisiydin ben de Lise 2 öğrencisi. Edebiyat hocalarımız Bünyamin Gündüzalp ile Birgül Çirik bizi istediklerimizi yapmak konusunda özgür bırakırlardı ve iyi ki de öyle yaparlardı. Bir de Mamfi (Yuvana Dön Sıtkı!) vardı. Genç Öncü’nün akşam seminerlerine davet etmiştiniz bir keresinde beni. Sonra İzmir Devlet Tiyatrosu’nda Orhan Kemal’in Teneke’sini izlemiştik. Cezmi Baskın ve diğerlerinden. O zaman devrime inanmıştım. Solculuk benim için hem bir oyun hem de macera idi. Bir de Göztepe maçları vardı. Sen biraz da beni ve Mamfi’yi küçümserdin; maça gidiyoruz, lumpen davranıyoruz diye. Sonra sen Fen Fakültesi’ne gittin. Arkasından da o korkunç yıllar geldi. Siyah-beyaz anımsadığım yıllar. Başka başka yerlere savrulduk. Uzun bir süre senden haber alamadım. Ta ki Bienal’de çalışmalarını görene kadar. Ve şimdi, Yalçın Çıdamlı ve Arzu’dan senin bu projeni ve adresini dün gece öğrendim. Bugün de yazdım. Okul Numaram 552 idi, ismim ise Ahmet Uhri. Beni anımsayacağını umuyorum. Bir de Semih Kaplanoğlu vardı. Bu Semih şimdi yönetmen olan Semih mi? Fotoğrafları çok yaşlı. Seninkiler de öyle; o fotoğrafların içinden bildiğim tek resim soldan üçüncüsü. Diğer Hakanlar bana yabancı; ancak yine de içinde bir tanışıklık var gibi. Bense, bana göre hiç değişmedim. Her sabah aynı yüzü görüyorum aynada ve aynalar hep yanımda. Onları kaybetmemek için çok uğraştım. Ve bir tablomu yaptırdım, benim yerime yaşlansın diye.

Sevgiyle.

kimden: sevgi alpşen
başlık: merhaba
biçim: metin; elektronik posta metni

Bugün yine yoğun, sıkıntılı, kızgın, kırgın, kavgalı bir günü geride bıraktım. Yaşlanıyorum galiba ve ilk gençlik yıllarımı özlüyorum. Toplumsal hayata dair kafa yoran ama kendinden menkul, sorumsuz, neşeli, eğlenilen günleri. Tek sorumluluğun ve sıkıntının ders çalışmak, parasız olmak, aşk acısı çekmek olduğu günleri.

Geçmişten gelen ve senin için anlamı olmayan bir başlangıçla başlayan bu satırları neden sana yazıyorum bilmiyorum. Çok sevdiğim dostlarım,eşim, arkadaşım,kızım birçok insan var çevremde. Ama zannediyorum orta yaş başlangıcında ilk gençlik denilince o günleri birlikte yaşayan insanlar geliyor insanın aklına. Bir de ilk aşk ve o zamanlardaki kendisi insanın. Ayrıca neden sen diye akıp giderken sözcükler birer birer, belki de kıskanıyorum seni sanatla içiçe yaşadığın, hayatını farklılaştırdığın, istediğin sevdiğin bir işi yaptığın için, diye düşünüyorum. Ben tatsız, tuzsuz, sonuçsuz ve sevmediğim bir işi yapmaktan duyduğum mutsuzlukla… Sevmediği bir işi yaparken, böyle mutsuz olunca, heyecan duymayınca, kendinden bir şeyler katamayınca, her geçen gün dününü yitiriyor, anılarının yok olduğunu, yerine yenilerini koyamadığını görüyor.

Bu meslekte ve hemen hemen yaşamın tüm alanlarında, daha dün okul sıralarında bir gevreği ve bir bardak sıcak çayı bölüşen insanların birbirlerinin yüzüne bile bakmadığı günleri yaşayabileceğimi hiç düşlememiştim. Nedenlerini ve sonuçlarını kavrıyorum. Ama kabullenemiyorum. İnsanların birbirlerinden bu denli uzaklaştığı, kendilerine yabancılaştığı bir dünyanın insanı değilim. Ama ne çare ki yaşayacağımız zamanı seçme şansımız yok. Ancak inatla ayak direyenlerden, varolmaya , nefes almaya çalışan, aşk, sevgi, dostluk ve dayanışmayı, paylaşımı yaşayan bir avuç kelaynaktan biri olmaya devam edeceğim.

Aynalarını isterken sen, ben de aynalarımı arıyordum kendime yaptığım iç yolculuklarda. Sen hangi kaygı, umut, hangi beklenti ile yaparsan yap, cesaret ister bu, diye düşündüm. Parti binasının panosuna asılmış afişte karşılaştık yıllar sonra. Afiş beni çarptı. Etkilendim. Belki de yaşadığım iç yolculuklara denk geldiğinden bu denli etkilendim. Yazmalıyım, diye düşündüm. Sonra yazmama noktasında direndim. Eşime, arkadaşlarıma anlattım. Sonra yazmaya karar verdim. İnternet kullanma özürlü olduğumdan, ilk yazdıklarımı, ilk cesaretimi gönderemeden kaybettim. Sonra aman sende, dedim; yeniden aynı şeyleri yazamam, hem duygularım aynı değil bunları tasarlayamam ki… Tasarlanan, içten ve doğal olmaz; hem benim yazma isteğim tamamen kişisel ve beni ilgilendiriyordu. Aradan günler geçti. Yine bugün, bu satırları yazarken olduğu gibi aşka geldim ve bari bir kart göndereyim dedim. Gönderdim. Beni sanat etkinliği boyutu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Hatta belki yazmamı engelleyen de işte tam bu nokta. Ben o saf, duru, dürüst ve içten yaşanılan dostluk ve arkadaşlık, biraz da ilk aşkımın çağrıştırdıkları o günlerin ben’ine duyduğum özlemle yazdım, yazıyorum.

Belki bu geçmişe, özlenen değerlere ya da benim atfettiğim o değerlere birlikte yolculuk yapabilir miyiz, diye yazdım. Ancak o saf, duru, dürüst ve içten sıfatlarını, sana atfettiğim gibi bir sonuç çıkmasın. Bu günden baktığımda belki senden bağımsız, ama çok acı çektim senden dolayı. Ürkek, korkak, güvensiz olmayı seninle öğrendim. Acıdan dersler çıkarıp büyümeyi, kadın ve insan olmayı senin dolayımınla yaşadıklarımdan…

Kasım ayında İstanbul’a geldiğimde görmeyi çok istemiştim. Haluk bir cep numarası vermişti, ulaşamadım. Senin yazdığın cep geçici olarak hizmet dışı. Ben de sen büyük sanatçı olup çok para kazanıyorsundur, diye düşünmüştüm. Şaka şaka.. Ama “alçalan insanların yükselen değerleri”ne göre böyle değil mi? Ben de zengin avukat olamadım. Ancak bir dostumun dediğine göre bu meslekte ilk on yıl başkaları, ikinci on yıl kendin için çalışıp sonraki yıllarda senin için çalışanlar olurmuş. Umudunu yitirme demişti. Benim için çalışan istememekle birlikte, kendime çalışmayı istiyorumdur elbet. Ee zaten zengin bir koca da bulamamışken ne olur halimiz bilinmez.

Aslında yazmanın bir sonu olmalı değil mi? Ben eski dostluk hatırına, günün bu saatinde içimden yazmak gelmişken, davetsiz bir misafir gibi ziline basıp kaçmak istedim. Ancak acıktım, yoruldum, evde kızım karnesiyle beni bekler, bana da hoşçakal demek düşer. Yanıtlamak zorunda değilsin.

Hoşçakal. Sevgiler.

kimden: nevin kaygun
başlık: ./..
biçim: photographic arrangement

kimden: ömer özdoğan
başlık:
biçim: assamblaj

kimden: bencem sema cihan
başlık: …senin iç bükey sırların / benim sırat kulvarlarım…
biçim: assamblaj



kimden: derya oyanay
başlık: va, sa, ca, sa
biçim: elektronik posta metni

27 1, 22 1, 3 1, 22 1

Kalabalık, karaltı kırkambarı… Çamur tepeciklerinde sarp beyoğlu geceleri.. Sahne küçük, müzik zırvada. Pis kokulu mekanın mis kokulu kahvesine kısa sortiler.. Kız sahnede, deniz uzakta.. Hayalimin kahvesi değil yudumladığım ama zararı yok.. Kız da çocukluğumun denizkızı değil zaten.. (Aklıma takılıyor; kundalini nasıl uyanır?)

Sadece birkaç soluk alışı geçiyor..Sonra Samotraki’yle Ölüdeniz’in haleleri birbirine karışıyor.. Bi’şeyler soruyorsun, kalabalığı yarması gerekiyor.. Sıra bana geçiyor, kalabalığı yarma pahasına soruyorum; Kundalini nasıl uyanır?
Gece bitiyor, gün geçiyor, zaman söküyor, yaş akıyor, fitil titriyor, mum eriyor, güneş ışıyor.. Çimen, Bebek parkı, ağaç daha bir ağaç oluyor..Elime sırma ipleri alıp şakramın nilüferini kasnağa geriyorum. Başlıyorum işlemeye dört kırmızı çiçek yaprağını.. Elini atıyorsun Va, Sa, Ca, Sa !!

27 1, 22 1, 3 1, 22 1

kimden: nihat malçuk and namık malçuk
başlık: -boya oğlum boya!.. hakan yok!

biçim: fotograf; saydam
(fotograf: nedim malçuk)

kimden: pelin derviş
başlık: ayna
biçim: nesne-heykel
(ayna, ahşap ve mıknatıs)

kimden: erol egemen
başlık: hakan akçura
biçim: tasarlanmış sanat nesnesi
(karışık malzeme, 101.5 x 100 cm)

kimden: selim cebeci
başlık: “all blues” (Miles Davis’den)
biçim: t-shirt üzerine baskı

kimden: fem
başlık: davulların sesi rüzgarın sesini şuursuzca izledi
biçim: şiir

Davullarin sesi rüzgarın sesini şuursuzca izledi.

Yüregi sıkışmakta,
Şahlanırken Zeus
Denizle gök sarmaş dolaş
Iki sevgili. Dolunay mı ne!
Dolunay sanki yüreğimde…
Bir şeyler ispatlamak istercesine zaman,
Ah ki o zaman!! Saat,yelkovan,akrep
Yine aynı son, yine aynı başlangıç.
Sicağı götür rüzgar… Götür bedeninden derinliklere
Çığlıklar karıştı cennete.
Mermer yüz, deniz göz, çelik yürek.
Saçlarını saliverdi ormanın yüzü
Sabahın sesi yankılandi labirentte.
Yüksek kulenin merdivenleri aydınlandi.
Bir çift küçük narin ayak; yürüdü orman boyunca
Henüz köyün ışıklari yoktu.
Henüz ses, sessizliğin koynunda..
Bacalardan tüten gri duman.
İp terliklerini geçirdi ayağına
Yine dedi. Bir şarkı duyuldu, labirentte.
Günüm gününden olsun!!!!!!!
Yoklulkla bolluğun olmadığı zamanlardan bir an. Dileklerle yaşamların yas tutmadığı, morla mavinin ayrı olmadığı.
Genç krallığının mabetlerinde tutsak olmadığı
İşte öyle bir zaman.

kimden: fem
başlık: b
akıldığında küreden
biçim: şiir

Bakıldığında küreden

Bakıldığında küreden
Aynı mı
Şekil, belki
Yürek ehh
Başının üzerinde gökyüzü
Oysa göremez ki yeryüzü

Kokun geçti caddeden
Kafasını kaldırdı, ayakkabı boyacısı çocuk..
Ali çocuk
Yüzünde aydınlandı, gökyüzü senfonisi
Güneş mi oldu daracık karanlık sokaklarda
Kafelerin camları buğulu
Bir çocuk yanaştı
Elinde ıslak bir kutu
Sakız ister misin, okul harçlığı için
İstemem diyemedim
Diyemedim ki hayır
Hınzır gülümsemesi
Ne verirsen ver be abla
Ali çocuk,
Kapkara yüz
Boncuk mavi göz
Kısa pantolon
Eski ayakkabı
Elim cebimde
Mengenede
Elim mi?
Yüreğim mi?
Bir kış akşamı
Ne yağmur var
Ne Ali çocuk
Nerde gençliğimin gökyüzü
Sokağın başındakı lamba
Kitabevi sokağı

kimden: nur kuzugüdenli
başlık: karşılık
biçim: dijital görsel tasarım

kimden: sevgi yılmaz
başlık: gözlerin
biçim: görsel düzenleme/kolaj

içerdiği metin:

Sevgili Hakan!

Anne tarafından bizler 12 kuzeniz ve en küçüğümüz sensin.

Benden aynalarını istiyorsun, çağrındaki 2 numaralı resmin, bendeki aynandır. Sen daha okula başlamadan önce annemle beraber 1 hafta sizde kalmıştım. İşte aynan bende o 1 haftalık zaman dilimindedir.

Sürekli hareket eden soru soran, soruların cevabını beklerken gülen gözlerin bendeki aynandır. Bu berrak ayna hep devam ediyor. Bir farkla. Önce bana bakarken yukarıya bakardın. Şimdi ben sana bakarken yukarıya bakıyorum.

Sevgiler

Sevgi Yılmaz





kimden: nuran önen
başlık:
biçim: fotografik düzenleme

içerdiği metin:

Seni bu yaşında sevmiştim; gene seviyorum.
Nuran Önen

resimaltları:

15.7.1966
Halamın yeni yılını kutlarım 1964-65
Ayhan 10 – Hakan 3.5 yaşında 11.4.1966

kimden: burcu tosun
başlık: hakan akçura ve scream (çığlık)
biçim: metin ve reprodüksiyon (E. Munch, “Scream”)

BEN:
“Kim HAKAN?
Ben ne bilirim ki HAKAN hakkında?
Azdır belki paylaşımım ama çok paylaşan çok mu tanımıştır acaba?
Çok tanıyanlarla neler paylaşmıştır acaba?
Aynayı tutan karşısına, önce kendine bakmadan edemez.
Bu ayna ne kadar beni anlatır, ne kadar onu….
O ne görmek ister…
Aynayı tutan ne görmesini hedefler…
Aynaya çarpan görüntüler yansıyarak nerelere gider…
Ayna sana bende seni, sende beni göstersin
Ayna sana göremediğim seni, göstermediğim beni göstersin”

BEN:
“Ayna ayna güzel ayna
ne var ne yok göster bana”

AYNA:
“Ne kadar da cesur ürkekliğinde
Ne kadar da özgür kendine bağımlılığında
Ne kadar da mütevazi ukalalığında
Ne kadar da hüzünlü şakacılığında
Ne kadar da neşeli o yaralılığında
Ne kadar da kendine güvenli o kuşkuculuğunda
O kendine en iyi dost, en katı düşman
Hissederken hissetmekten korkan
Düşündüğü kadar çok hafife alan
Meraklı, oyuncu çocukluğunu yetişkinliği sanan
Hassas, vicdanlı, duygulu bir dost”

BEN:
“Aynalar objektif olacak diye bir şey yok tabii
O da kendi yorumunu katmış hiç çekinmeden
Bakalım diğerleri neler demiş:”

I^_^I:
“Bana kalsa dikizci hacker, gündüzleri özgür ve asi, geceleri güvenilir ve zarif düşünceli adam derim.
Kendisi beni çapkınlıkla ve oyunculukla itham eder. Ama olsun ben yine de onu severim.”

Ay_FALCISI:
“Ay bu ne meraklı adam! Tutturmuş falıma bak diye.
Bu defalık bakacağım ama son olsun.
Hakan bey kardeşim, dün gece senin için aya baktım ki bir de ne göreyim….
Hanene ay doğmuş
Çok yakında bir sergi görüyorum sanki
Bir yarışmada da şampiyon olmuşsun galiba
Ne de çok sevenin var
Bir o kadar da çok kıskanan
Aman aman nazarlara bak
Tez vakitte kurşun döktürmelisin
Falın fallanmamış
Fallanan fallar da seni açmamış
Duydukların yalan, gördüklerin hayal gelmiş
Gerçekler soğuk, hayaller kolay gelmiş
Aynalardan ışık, camlardan karanlık vurmuş
Yalnızlık kaçış, özgürlük kavuşma olmuş”

ISSIZgece (Ay Hanım):
“Azizim Güneş Bey,
bu satırları size gönlümden kopan bir meltem gibi üflerken
sürç-ü lisan edersem af olacağını ümit ederek, yüksek hoşgörünüze sığınıyorum.
Mirim, şu sanal alemde bir emekli paşa bulamamış olmanın hüznüne gark olmuşken
Zat-ı muhtereminizin bendenize lutfetmiş olduğu şiirle bahtiyar olmaktayım.
Eğer kabul buyurursanız ben de size şu naçizane şiirimi sunmaktan büyük saadet duyacağım:

Odaya Süzülen Güneş Huzmesi

Issız bir gecede acılar kavururken benliğimi
Bir güneş ışığı ısıttı o kederli yüreğimi
Meçhul bir aydınlık kamaştırdı birden yalnız gözlerimi
Sanki bir ses bölmüştü o derin sessizliği”

BEN:
“ Hakan , işte hep birlikte konuştuk. Herkes sana şakayla karışık da olsa bir şeyler söyledi. Artık bunlara aklını yorar mısın yoksa gülüp geçer misin sana kalmış. Aslında hepsi bir yana sana çok sevdiğim bir resmi yolluyorum. (Ressama resim yollamak da ne demek oluyorsa artık) Bence o hepimizden daha çok şey anlatıyor.

Not: Bu arada FREESIA’nın da selamı var ama şu anda invisible olduğu için yorumda bulunamadı.

kimden: zeynep dumlu
başlık: insanların kelimelere gereksinim duymadığı boyuta ne zaman geçeceğiz!
biçim: hazır nesne; boş kağıt

kimden: nilay dirim
başlık: hakan’ın aynası
biçim: metin; dijital metin dosyası

Ayna sen ona bakmadığında sana görüntünü vermeyen, belki de seni arkandan vurup incitmeyendir. Ayna yüzleşmek istemediğinde yüzüne vurmayandır. Senin için başkalarına seslense de. Aynalarını çağıran Hakan bu kırık aynasını da dinlemelidir :))

Yazarak, tartışarak, dertleşerek benim bir yılımı paylaştığım bu adam öncelikle bir yaratıcıdır. Trevanian ile başlayan bu dostluğumuz, Celan’la köklenmiş kırık bir ayna olarak benim buraya yazmamla da sonlanmayacaktır..

Bir insan neden ayna ister kendine diye düşündüğümde, özellikle bu kendini iyi tanıyan biri ise ilk şu gelmekte aklıma; hep arzu ettiği fakat kendinin bile ne olduğunu bulamadığı bir cümle arıyor bu adam. Belki ona farklı bir sesleniş ya da yıllardır cesaret edip sormadıklarını istiyor insanlardan. Onun edimini açıklamaktan çok onu açıklamak gerekir aslında. Bu yapılamayandır çünkü bir ayna hiçbir şey açıklamaz. Yansıtır ve açıklaması bakana aittir. Gösterdiği tekse de anlam binlercedir. Hakan yaratıcı ve bu çağın tanrılarından biri bu aynasının görüşünce.

Toprağın kana, insan yüzlerinin acıya doymadığı bu ülkede o bence bir direnişçidir. Silahı olduğunu yadsımayan ama onu güçlü kılanın o olmadığını bilendir Hakan. İnsan aynaya bazen kendisini bazense kendinden daha fazlasını aramak için bakar. Ama aynalar öpemez, dövemez ve sövemez. Bunu yapmak istediklerinde dahi sınırlarına, kenarlarını çarpıp dönerler. Sesleri bu sergide duyulsa bile ayrık sesler birer yanılsama olup geri döneceklerdir. Ayna aynalığını bilmese de bildiren bir köşesi karşısına çıkacaktır karşısına.

Belleği olmadığı için şanslıdır aynalar ama Hakan bu kuralı bozup bizlere bir tarih bilinci ve sorumluluk yükler. Kırıp kırıp ayna parçalarını içine atmak ya da üstlerinden alaycı bir bakışla yürüyüp geçmek midir amacı?

Aslında inanıyorum ki Hakan’ın amacı da bu sergiyle birlikte şekilleniyor. Ne istediğini çok iyi bilen bu adam bir gün eski ve yeni arasında bir imge gelgiti arzuluyor ve bunu buluyor. Belki de yüzlerce farklı ayna içinde kendi maskeleriyle, personaları ile bir karnaval düşlüyor. O bir sanatçı sergiye katılanların pek çoğu ayna olmayı kırık dahi de olsa başarabilecekler mi acaba? Bunu merak ediyorum.

Hakanın karnavalı yani sergisi çok renkli olacak çünkü bizler de maskelerimizle geleceğiz oraya. Gerçek yüzümüze ait bir şeyleri başka maskelerde görüp tanımamamız bile mümkün. Çoğumuz kendimizi unuttuk zaten.

Acaba Hakan beni yazın derken benim aracılığım ile kendi sularınıza doğru da açılın amacında mıydı?

Ne ilginçtir ki çocukken Marcel adında ressam olan hayali bir arkadaşım vardı. Hakan’ı Marcel adıyla bildim ve o da ressamdı. Benim medyumluğum onunki ile birleşip bizlere yeni oyun mu oynamıştı, tesadüf müydü bilemem.

Ne bilirim onun hakkında? Yaratıcılığının kökenini yıkıcılıktan almayan bir dost olduğunu, adam gibi bir adam olduğunu, yazarken ve resmederken kendi kırıkları batıp çıksa da yüreğine, başkalarına bu kırıklarla zarar verip incitmeyen bir yürek olduğunu!

Ona inanmama gerek yok. Çünkü onu biliyorum.

İşte! Hakan ben seni böyle biliyorum.

kimden:
başlık:
biçim: işlevsel sanat nesnesi; ayna
(sanatçıdan başka kimsenin doğrudan bakamayacağı bir yükseklik ve açıda sergilenmesi isteğiyle)

kimden: vahide meriç
başlık: yabancının merhabası
biçim: metin; elektronik mektup

Selam,

Tabii ki ben, tanımadığın, ismini bile hiç duymadığın milyarlarca insandan biriyim. Ama ben de senin varlığından bundan aylar önce bir arkadaşımın sana hazırladığı bir eseri gördüğümde haberdar olmuştum. Seni anlatan o çalışma bana farklı gelmişti ve nasıl biri ki, diye sorunca, bir dergiye basılmış sevimli bir surat karşılaşıvermiştim; insana yakınlık hissi veren,
iğreti etmeyen… Şimdi senin mail adresin hasbelkader elime geçince de sadece paylaşmak istedim bu düşünceyi seninle, o kadar.

Vahide.

kimden: serpil öztaş
başlık: süzgeç
biçim: işlevsel sanat nesnesi; uçurtma

kimden: pınar
başlık: arayış
biçim: şiir ve beste
(W. A. Mozart- Piano Sonata K.331 in a major -Alla Turca. Andante Grazioso / Fazıl Say)

Sarıl bana

Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksikliği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla

Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.

Anılarım kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.

sevgiden caydığım yerde darıl bana

Metin Altıok

kimden:
başlık: boşluk
biçim: müzik içeren cd

boşluk – …

kimden: tolga ünsün
başlık: “aynalarımı istiyorum”
biçim: üstünde metin içeren hasara uğramış ve formatlanmamış cd ve kabı

selamlar…

bu “aynalarımı istiyorum” konusu ile alakalı düşüncelerim aslında dünkü şamata içersinde güme gitti…

sana okuttuğum cem’in yazısı olan Geniş Açı ‘nın “özportre” sayısındaki özportre yazısındaki gibi “aynalarını istemek” bir cesaret işidir. Benim katkım aslında tasarlanmış bir şey değildi. Birden tesadüfler sonucu ortaya çıkan bir durum idi.

orada cd ile oynarken, ışıktaki yansımalarına bakarken aklıma bir özportre geldi, sonra “aynalarımı istiyorum” geldi aklıma ne de olsa bir iki saattir tarama yapmaktan başka bir şey düşünmüyordum. Sonra dediğim gibi tesadüf sonucu elindeki iş gerçekleşti.

sadece o an içimden geldi; uzun zamandır hiçbir şey üretemiyordum bu belki bir başlangıç olur.

teşekkür ederim…

kolaylar gelsin…

tolga ünsün


kimden: a. fuat onan
başlık: sinem hayat
biçim: nesne (mandala) ve renkli fotokopiler

kimden: p. filiz malçuk
başlık:
biçim: metin; mektup ve fotoğraflar
(5 parça)

mektup içeriği:

“Bir varmış, bir yokmuş deme / Gücüme gidiyor” demişti bir şiirinde Can Baba; içime işledi. O günden sonra masal anlatırken küçük oğulcuğuma, “Bir varmış, hep varmış,” diye başlıyorum. Bilsin şimdiden, bir kere varoldu mu bir şeyin hiç yok olmayacağını, yalnızca şekil değiştireceğini.

Bir varmış, hep varmış. Bir tane özü güzel, gözü güzel bir Nedim varmış. Bir de Filiz varmış. Bu iki genç lisede karşılaşmışlar. Bir ada gezisinde aşık olmuşlar. Nedim evlenme teklif etmiş; Filiz çok gençmiş, anlamamış bu teklifin değerini; ayrılmışlar.Gel zaman, git zaman Nedim okumuş, kocaman bir gazeteci olmuş. Evlenmiş, sonra ayrılmış. Filiz de büyümüş bu arada. Tam sekiz yıl sonra karşılaşmışlar tekrar. Gene evlenmek istemiş Nedim. E bu sefer Filiz kabul etmiş. Evlenmişler. Güzel bir yuvaları olmuş. Kısa bir süre sonra bir Mehmet Deniz’leri olmuş. Çok mutlularmış. Ama uzun sürmemiş. Kara bulutlar çökmüş evlerinin üzerine. Nedim’in kötü hastalığı, artarak nüksetmiş. Nefesinden nefes vermek istemiş sevenleri, ama olmamış. Nedim 33 yaşındayken bu dünyadan ayrılmış. Ölüme yeni bir macera gözüyle bakarmış, hiç korkmazmış. Kendi gibi doğru insanların bulunduğu yere gitmiş. (Bu geçici dünyada bulamadığı huzuru bulmasını diliyorum.) Sonra mı ne olmuş? “Kuvvetli olmalı bir solcunun karısı,” derdi hep Nedim. Kuvvetli olmuş Filiz. M. Deniz’e gelince!: “Allah’tır nebileri yetimlerin,” derler. Babasına yakışır büyüyecek elbette.

Bir varmış, hep varmış, bu masal hep böyle devam edermiş. Masallarımızı yazan öyle büyükmüş ki, soramazmışsın niye, diye… Yalnızca verdiği rolü oynarmışsın sabırla.

Evet, ne ilgisi var derseniz Hakan ile bu masalın… Sevgili Hakan bizim nekah şahidimiz. Çok özel bir insan. Güzel eşimin, hep dostluğundan bahsettiği, güvendiği ender insanlardan. Solcu Nedim’in, solcu arkadaşlarından. Bir tane oğulcuğumun Hakan Amca’sı. Nazik, cesur, akıllı, onurlu, sıcak dost eli.

Sevgiyle kal.

P. Filiz Malçuk




kimden: aslı öngören
başlık:
biçim: metin ve fotoğraf içeren defter

kimden: mustafa çelik
başlık:
biçim: resimli roman